AB'nin Türkiye politikasını iyi anlayıp bunun gereklerini yerine
getiremediğimiz sürece Türkiye - AB ilişkileri sorunlar içinde yuvarlanıp
gidecektir. Bunda da zarar görecek olan taraf Türkiye'dir, 70 milyon
insandır.
AB'nin, soğuk savaşın bitiminden 2003 yılının başına kadar izlediği
Türkiye politikası nedir? Bunu serinkanlılıkla düşünüp görmemiz gerekiyor.
- AB Türkiye'yi tam üye olarak içine almak istememektedir.
- Türkiye'yi dışlamadan, ''özel statüde bir ilişki düzenine doğru''
götürmektedir: Bu özel statü ise tek taraflı bağımlılığa dayanmaktadır.
Türkiye orta bahçe yapılmaktadır.
AB'nin Türkiye politikasının bu yönde olduğunu nasıl anlıyoruz?
1) AB, 1989'da Türkiye'nin tam üyelik başvurusunu hiçbir sağlam gerekçeye
dayandırmadan reddetti.
2) Bu tarihten sonraki AB politikası ve uygulamaları, ''tam üyeliğe''
götüren biçimde değil, özel statüye ve tek taraflılığa götüren biçimde oldu.
1995 Gümrük Birliği ile AB Türkiye'yi sıfır maliyet ile tek taraflı kendine
bağlamaya başladı.
3) Aralık 1999'da Türkiye, kapıda tutulabilmek amacı ile aday yapıldı.
Bunun böyle olduğunu nasıl anlıyoruz? Sıralayalım:
- 26 Mayıs 1999'da Schröder 'in Ecevit 'e yazdığı mektup ''bazı
işadamlarının Schröder'e yaptığı öneri sonucu'' ortaya çıktı. Bunlar yazıldı,
hatta Alman basınında bile çıktı.
- Ayrıca adaylık, İnal Batu 'nun da belirttiği gibi, ''Türkiye'den ödün
koparılmak için verilmiştir'' (*). Zaten bu nedenle Türkiye'nin adaylığına,
Kopenhag kriterlerinden ayrı olarak ve diğer adaylardan farklı olarak Kıbrıs
ve Ege koşulları eklenmiştir.
- Türkiye aday yapıldıktan sonra diğer 12 aday ülkeden tamamen ayrılmış ve
''12+1'' statüsü getirilmiştir. 2000'de Nice doruğunda dışlanmıştır.
Türkiye'nin her alanda çok gerisinde bulunan bazı adaylara tarih ve güvence
verilirken Türkiye'nin adı bile anılmamış, ''Sonra görüşürüz'' denmiştir.
Aralık 2002 Kopenhag doruğunda da yine Türkiye'ye, adeta alay edilircesine,
görüşmeler için ''tarihin tarihi'' verilmiştir. Hem de tarihin tarihinin
verildiği dönemde Türkiye'nin ''karşısında'' 15 değil, 25 ülke olacaktır.
- Türkiye'nin oyalanarak kapıda tutulması için 1993'ten beri Avrupa
Parlamentosu Türkiye'nin önüne Kıbrıs ve Ege dışında yeni koşullar yığmıştır:
a) Türkiye sözde Ermeni soykırımını kabul etmelidir. b) Fener Patrikhanesi
ekümenlik olarak kabul edilmelidir. c) Ankara KADEK ile ''siyasi
görüşmelere'' başlamalıdır.
- Son iki yıl içinde Brüksel çevrelerinden, ''Gümrük Birliği'nin
kapsamının genişletilmesi'' konusunda talepler gelmeye başlamıştır.
Ya Türkiye'nin AB politikası?
Bütün bu gerçekler ortada iken, Türkiye AB'ye tek taraflı bağlanarak ve
içeri alınmadan ''özel statüye doğru'' adım adım götürülürken TBMM,
hükümetler, siyasal partiler, işçi sendikaları, iş çevreleri, üniversiteler,
sivil toplum örgütleri neden Türkiye'nin çıkarlarının korunmasında zaaf
göstermektedirler?
- Bu tek yanlı bağlanma sürecinin 1989'da bazı siyasiler ve bazı sermaye
çevreleri tarafından başlatıldığı belgeleri ile bilinmektedir.
- Demirel, Tansu Çiller ve koalisyon dönemlerinde de süreç aksamadan
''yürütüldü'' . Demirel'in Mayıs 1995'te ''Avrupa Sevr'i istiyor, batı bizi
bölmek istiyor'' açıklamaları ''büyük'' gazetelerimizde büyük puntolarla yer
almıştı. Arkası gelmedi. Ecevit de bir iki defa aynı görüşü tekrarladı. Ancak
susturuldular...
Aralık 1999'da Sessiz Darbeciler Ecevit'e ''koşullu adaylığı'' zorla
imzalattılar. ''İçime sindiremedim'' diyerek kendisi de itiraz etti.
- Aralık 2002'de Kopenhag'da Türkiye yine oyalandı ve Sessiz Darbe devam
ettirildi.
Gözlerini kapatanlar kimler?
Bütün bu apaçık ortada duran gerçekleri, ''AB'nin gerçek Türkiye
politikasını'' görmek istemeyenler kimler?
- İçerdeki bazı sermaye çevreleri, dışardaki bazı ortakları.
- Türkiye'nin üzerinde AB'nin (ve ABD'nin) himaye gücünün bulunmasını
isteyen bazı dini ve bölücü çevreler.
Cumhurbaşkanı Sezer bu gerçeği gördüğü için Kopenhag'a gitmedi. Şimdi sıra
70 milyonda, 70 milyonun ''kral çıplak'' demesinde.
Bugün söyleyecek gücü yaratamaz isek yarın elimizde hiçbir güç
kalmayacaktır, inanın...
(*) Dünyada ve Türkiye'de Büyük Sermaye.