Derleyen, Fatma Demirel
Türkiye’nin Kıbrıs adasındaki askeri varlığı uluslararası anlaşmalara
dayalıdır
Bu noktadan hareketle, Türkiye’nin 1974 yılında adaya gelmesine neden olan
gelişmeleri analiz etmek ve bunu hukuki açıdan değerlendirmek gerekir. Bu
nedenle, kısa da olsa tarihi olaylara bakmak zorunludur.
1960 yılında, Kıbrıs Türk ve Kıbrıs Rum halklarının ortak eşitliğine dayalı
kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti, 1963 yılından itibaren Rumların silahlı
saldırıları ve Kıbrıslı Türkleri’nin ülkenin yönetiminden baskılar sonucu
uzaklaştırılmasıyla yıkılmıştır. Rum-Yunan ikilisinin adayı Yunanistan’a
bağlama hedefine ulaşmak yani ENOSIS’i gerçeleştirmek üzere yürüttükleri
saldırılar ve ambargolar, 1963-1974 yılları arasında artarak devam etmiş,
Kıbrıs Türk halkı adanın %3’lük bir bölümüne sıkıştırılmıştır. 1974’e
gelindiğinde Atina’da yönetimde olan askeri Cunta’nın “derhal ENOSIS” hedefi
ile Makarios’un “zaman içinde ENOSIS” hedefi bir çatışma olarak ortaya
çıkmış, nihayet 15 Temmuz 1974’de Yunanlı subaylar terör örgütü EOKA-B ile
birlikte bir darbe gerçekleştirmiştir. Kıbrıs Türk halkına yönelik, Rum-Yunan
ikilisinin etnik temizlik girişimi, adadaki soydaşlarına karşı sorumlulukları
sonucunda Garantör Türkiye, 20 Temmuz 1974 günü, adaya müdahale ederek, on
bir yıl boyunca süregelen çatışmalara, kan dökülmesine ve çekilen acılara son
vermiştir.
Türkiye, 1959 yılında hazırlanan ve 1960’da Kıbrıs Cumhuriyeti’nin
kuruluşuyla uluslararası geçerlilik kazanan Garanti Anlaşması’ndan doğan
haklarını kullanarak sözkonusu müdahaleyi gerçekleştirmiştir.
Türkiye, Yunanistan ve İngiltere’ye garantörlük sıfatını veren Garanti
Anlaşması’nın 2. Maddesi şöyledir:
“Yunanistan, Türkiye ve Birleşik Krallık, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bu
anlaşmanın birinci maddesinde gösterilen yükümlülüklerini göz önüne alarak,
Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bağımsızlığını, toprak bütünlüğünü, güvenliğini ve
aynı zamanda Anayasa’nın temel maddeleriyle kurulan düzenini tanırlar ve
garanti ederler”
Yukarıdaki madde ile Garantörlük görevini üstlenen ülkelerin ise adada
düzenin bozulması halinde adaya ortak veya tek başlarına müdahale
edecebilecekleri 4. Maddenin son paragrafında belirtilmektedir. Sözkonusu
madde şöyledir:
“Ortak veya anlaşarak hareket olası olmadığı takdirde garanti veren her üç
devletten herbiri, bu anlaşma ile kurulan düzeni tekrar kurmak amacı ile
harekete geçmek hakkını saklı tutar.”
Türkiye, 15 Temmuz 1974 günü Yunanistan’daki Cunta Rejimi’yle Kıbrıs’taki Rum
yandaşlarının gerçekleştirdiği ENOSİS amaçlı darbe sonucunda, adadaki
Kıbrıslı Türkleri kurtarmak, saldırılara bir son vermek ve uluslararası
anlaşmaların ihlaliyle adanın Yunanistan’a ilhakını önlemek amacıyla Kıbrıs’a
müdahale etmiştir. Türkiye, önce İngiltere’den birlikte müdahale etme
talebinde bulunmuş ancak İngiliz hükümetinin gerekli duyarlılığı göstermemesi
sonucunda, Garanti Anlaşması uyarınca tek başına müdahale etmiştir. Türkiye,
uluslararası anlaşmalardan doğan haklarını kullanmak suretiyle “Mutlu Barış
Harekatını” gerçekleştirmiş, adaya barış ve huzuru getirmiştir.
Türkiye’nin adaya müdahalesinin yasal olduğu, uluslararası camia tarafından
da defalarca teyid edilmiştir. Birleşmiş Milletler, Harekatla ilgili birtakım
kararlar almış ancak hiçbir zaman müdahaleyi “işgal” olarak
nitelendirmemiştir. Müdahaleden 9 gün sonra toplanan Avrupa Konseyi’nin 29
Temmuz 1974’te aldığı Kararda da bu gerçek yinelenmiş, diplomatik çözüm
çabalarının fayda vermemesi üzerine Türkiye’nin, 1960 Garanti Anlaşması’nın
4. maddesi uyarınca müdahale hakkını kullandığı vurgulanmış ve Yunan
Cuntası’nın gerçekleştirdiği darbe kınanmıştır. Avrupa Konseyi’nin 29 Temmuz
1974 tarih ve 573 Sayılı Kararın 3. Maddesi şöyledir:
“... Adada diplomatik yollardan bir anlaşmaya varılamamasından dolayı, Türk
Hükümeti 1960 Garanti Antlaşması’nın 4. maddesine göre müdahale hakkını
kullandı”.
Öte yandan, Atina Temyiz Mahkemesi’nin 21 Mart 1979 tarihinde aldığı 2658/79
sayılı kararında şöyle denmektedir:
“Türkiye’nin Zürih ve ve Londra anlaşması çerçevesinde garantör devlet olarak
Kıbrıs’a müdahalesi yasaldır. Asıl sorumlu, haklarında dava açılan Yunanlı
subaylardır.”
Bugün ise, Avrupa Birliği’nin bazı yetkilileri, adanın tümünü birliğe alarak
tüm Kıbrıs üzerinde söz sahibi olmak emeliyle gerçekleştirdikleri girişimlerden
sonuç almamalarından duydukları hınçla, Türkiye’nin haklı ve yasal
müdahalesine ilişkin gerçekleri gözardı etmeye çalışmakta, AB’nin hukuka
bağlılığını daha da tartışılır hale getirmektedir.
Esasen, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin Avrupa Birliği’ne üyelik için yaptığı
başvurusu Garanti Anlaşması’nın 1. maddesi gereği gayri yasal olup, bunun
gerçekleşmesi durumunda AB uluslararası hukuku ihlal etmiş olacaktır. Garanti
Anlaşması’nın 1. Maddesi şöyledir:
“Kıbrıs Cumhuriyeti herhangi bir devletle tamamen veya kısmen herhangi bir
siyasi veya iktisadi birliğe katılmamayı taahüt eder. Bu itibarla herhangi
bir diğer devletle birleşmeyi veya adanın taksimini doğrudan doğruya veya
dolayısı ile teşvik edecek her nevi hareketi yasak ve ilan eder”.
Pekçok hukukçu, anayasa uzmanı ve bilimadamının verdiği mütalaalarında bu
gerçeğin altını çizmişlerdir. Uluslararası Hukukçu, Londra Üniversitesi
öğretim üyesi Prof. Maurice H. Mendelson Q.C., 12 Eylül 2001 tarihinde “Güney
Kıbrıs’ın AB’ne girişinin neden hukuka aykırı olacağıyla” ilgili verdiği
hukuki mütalaasında, 1960 Anayasası ışığında sözkonusu başvurunun yasal
olmadığını vurgulamıştır. Prof. Mendelson, aynı zamanda Garanti Anlaşmasının
geçerliliği üzerinde de durmuş ve Türkiye’nin adaya müdahalesini gayri yasal
göstermeye çalışanların tezlerini çürütmüştür.
Prof. Mendelson, uluslararası hukuka göre bir Andlaşmanın geçerliliğinin
sorgulanmasının ancak bir gerekçeyle taraflardan birisinin yazılı resmi bir
bildirimde bulunmasıyla mümkün olabileceğine işaret ederek, Kıbrıs Rum
yönetimi’nin zaman zaman Garanti Anlaşmasına suçlamalar getirdiğini ancak,
hukuki usule ya da diğer resmi yöntemlere başvurmadığını belirtmiştir.
Garanti Anlaşması’nın geçerliliğini örneklerle ifade ederken. Prof. Maurice
Mendelson, Avrupa İnsan Hakları Komisyonu’nda görülen “Kıbrıs v. Türkiye”
davasında Garanti Anlaşması’nın temel alındığını, Rum yönetiminin Kıbrıs Türk
Federe Devleti’nin kuruluşunun “Kıbrıs Anayasası’nın öngördüğü şekilde Kıbrıs
Cumhuriyeti’nin anayasal yapısına uymadığı ve Kuruluş ve Garanti
Anlaşmalarına aykırı olduğu...” iddiasının da Garanti Anlaşması’nın
geçerliliğini kabul ettiklerini gösterdiğini belirtmektedir. Mendelson
devamla, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin kuruluşu esnasında 15 Kasım
1983’te, Meclisimizde, KKTC’nin “Kuruluş, Garanti ve İttifak Anlaşmalarına
bağlı kalmaya devam edeceği” yönündeki beyannameyi benimsemesinin de
Anlaşmaların geçerliliğine işaret ettiğini vurgulamıştır.
Prof. Mendelson mütalaasının 87. maddesinde, “Garantör Devletlerin kendileri
de hiçbir şekilde Londra Anlaşmalarını geçersiz kabul etmiş görünmemektedir.
Türkiye kesinlikle bu Anlaşmaları geçersiz kabul etmemektedir ve 1974
müdahalesini haklı kılmak için Garanti Anlaşması’na dayanmaktadır.
Yunanistan’a bakıldığında, Anayasa’nın çalışamaz hale geldiğini iddia
etmesine rağmen, bildiğim kadarıyla, Londra Anlaşmalarının geçersiz
olduklarına ya da yürürlükte olmadıklarına dair bir tutum benimsememiştir.
Gerçekte, ...’garantör bir devlet olarak Kıbrıs Cumhuriyeti’ne yönelik özel
yasal sorumluluğu olduğunu’ vurgulamakla Yunanistan açık bir şekilde bu
Anlaşmalara dayanmaktadır” görüşlerine yer vermektedir.
Mütalaanın 88. maddesinde ise Mendelson, İngiltere’nin de Anlaşmaların
geçerliliğini benimsediğini belirterek, Avam Kamarası Dışilişkiler
Komitesi’nin 1987 yılında, “Garantör Devlet olarak yer aldığımız ve bu rolü
oynamaya devam edeceğimiz 1960 Garanti Anlaşması’nın hala geçerli olduğuna
inanıyoruz...” kararını hatırlatmakta, Kıbrıs’taki İngiliz Egemen Üsler
Bölgesini, Garanti Anlaşması’ndan doğan haklarla elinde bulundurduğuna
dikkati çekmektedir. Prof. Mendelson’un mütallasında yer verilen BM Güvenlik
Konseyi’nin Kıbrıs’la ilgili aldığı bazı kararlarda, Londra Anlaşmalarını
temel aldığı açıktır.
Esasen, uluslararası hukuka göre, herhangi bir anlaşmanın geçerliliğinin sona
ermesi, anlaşmaya taraf olanların yeni bir ortak karar alması ve öncekinin
geçersiz olduğuna birlikte karar vermeleriyle mümkündür. Bu bağlamda, Garanti
Anlaşması, Kıbrıs konusunda varılan diğer uluslararası anlaşmalar gibi
geçerliliğini korumaktadır.
Bu gerçekler ışığında Avrupa Birliği’nin, son zamanlarda Türkiye ve Kuzey
Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne yönelik takındığı tutum, Kıbrıs’taki anayasal
düzenleme geçerli ve mevcut uluslararası taahhütlerle desteklendiğinden yersiz
ve temelsizdir.