Türkiye-AB İlişkilerinin Tarihçesi

Son Güncelleme: 09 Ağustos 2024

Türkiye Cumhuriyeti kuruluşundan itibaren çağdaş medeniyetler seviyesine ulaşma yolunda uluslararası konjonktürdeki gelişmeleri yakından takip etmiş ve OECD, NATO gibi uluslararası örgütlenmelerin etkin bir üyesi olmuştur. Bu doğrultuda, insanlık tarihinin en büyük barış projesi olarak nitelendirilen Avrupa Ekonomik Topluluğu'nun (AET) 1958 yılında kurulmasından kısa bir süre sonra Türkiye, 31 Temmuz 1959'da Topluluğa ortaklık başvurusunda bulunmuştur. Türkiye adına bu başvuruyu, dönemin Demokrat Parti lideri ve Başbakanı Adnan Menderes yapmıştır. Menderes, bu başvuruyla, Türkiye'nin Avrupa'ya ilk adımı attığını ifade etmiştir.

Avrupa Birliği ile Ortaklık Kuruluyor: Ankara Anlaşması

AET Bakanlar Konseyi, Türkiye'nin yapmış olduğu başvuruyu kabul ederek üyelik koşulları gerçekleşinceye kadar geçerli olacak bir ortaklık anlaşması imzalanmasını önermiştir. Söz konusu Anlaşma 12 Eylül 1963 tarihinde imzalanmış ve 1 Aralık 1964 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

Ankara Anlaşması, Türkiye ile Avrupa Birliği ilişkilerinin hukuki temelini oluşturmaktadır. Anlaşma'ya imza atan dönemin Başbakanı İsmet İnönü, Avrupa Birliği'ni, "Beşeriyet tarihi boyunca insan zekâsının vücuda getirdiği en cesur eser" olarak tanımlamıştır.

Ankara Anlaşması'nın 2. maddesinde Anlaşma'nın amacı şöyle belirtilmektedir: "Türkiye ekonomisinin hızlı kalkınmasını ve Türk halkının istihdam düzeyinin ve yaşam koşullarının yükseltilmesini sağlama gereğini göz önünde bulundurarak, taraflar arasındaki ticari ve ekonomik ilişkileri aralıksız ve dengeli olarak güçlendirmeyi özendirmektir."

Ankara Anlaşması'nın 28. maddesi ise Türkiye'nin üyeliğini düzenlemektedir: "Anlaşma'nın işleyişi, Topluluğu kuran Antlaşma'dan doğan yükümlülüklerin tümünün Türkiye'ce üstlenilebileceğini gösterdiğinde, Akit Taraflar, Türkiye'nin Topluluğa katılması olanağını incelerler."

Bu maddeden açıkça anlaşılmaktadır ki, "Türkiye-AET ortaklık ilişkisinin nihai hedefi Türkiye'nin Topluluğa tam üyeliğidir." Ankara Anlaşması, Türkiye'nin AET'ye entegrasyonu için hazırlık dönemi, geçiş dönemi ve nihai dönem olmak üzere üç devre öngörmüştür. İlk dönem, Anlaşma'nın yürürlüğe girdiği 1 Aralık 1964 tarihi itibarıyla başlamıştır. Taraflar arasındaki ekonomik farklılıkları azaltmaya yönelik ‘Hazırlık Dönemi' olarak belirlenen bu dönemde, Türkiye herhangi bir yükümlülük üstlenmemiştir. Tesis edilen ortaklık ilişkisinin işleyişine yönelik olarak iki taraf arasında bazı kurumlar oluşturulmuştur. Bunlar arasında en üst düzey karar alma organı ise Ortaklık Konseyi'dir.

Her Şey Takvimine Göre İlerliyor, Katma Protokol İmzalanıyor...

13 Kasım 1970 tarihinde imzalanan ve 1973 yılında yürürlüğe giren Katma Protokol ile birlikte, Ankara Anlaşması'nda öngörülen hazırlık dönemi sona ermiş ve "Geçiş Dönemi"ne ilişkin koşullar belirlenmiştir. Bu dönemde taraflar arasında sanayi ürünleri, tarım ürünleri ve kişilerin serbest dolaşımının sağlanması ve Gümrük Birliği'nin tamamlanması öngörülmüştür.

1971 yılı itibarıyla, Katma Protokol çerçevesinde, Topluluk, bazı petrol ve tekstil ürünleri dışında Türkiye'den ithal ettiği tüm sanayi mallarına uyguladığı gümrük vergileri ve miktar kısıtlamalarını tek taraflı olarak sıfırlamıştır. Buna karşılık, Türkiye'nin AB kaynaklı sanayi ürünlerinde gümrük vergilerini tedricen sıfırlaması öngörülmüş ve böylece Gümrük Birliği'nin fiilen yürürlüğe girmesi için 22 yıllık bir süre tanınmıştır.

Türkiye-AB ilişkileri, 1970'li yılların başından 1980'lerin ikinci yarısına kadar, siyasi ve ekonomik nedenlerden dolayı istikrarsız bir seyir izlemiştir. 12 Eylül 1980 askeri darbesinin ardından ilişkiler resmen askıya alınmıştır.

AB Yolunda Kararlıyız: Tam Üyelik Başvurusu Yapılıyor...

1983 yılında Türkiye'de sivil idarenin yeniden kurulması ve 1984 yılından itibaren Türkiye'nin ithal ikameci politikaları hızla terk etmesi ile beraber, Türkiye'nin dışa açılma süreci başlamıştır. Böylece 12 Eylül 1980 tarihinden itibaren dondurulmuş bulunan Türkiye-AET ilişkilerinin canlandırılması süreci başlamıştır.

Türkiye, 14 Nisan 1987 tarihinde, Ankara Anlaşması'nda öngörülen dönemlerin tamamlanmasını beklemeden, üyelik başvurusunda bulunmuştur. Komisyon, bu başvuru ile ilgili görüşünü 18 Aralık 1989'da açıklamış ve kendi iç bütünleşmesini tamamlamadan Topluluğun yeni bir üyeyi kabul edemeyeceğini belirtmiştir. Ayrıca, Türkiye'nin, Topluluğa katılmaya ehil olmakla birlikte, ekonomik, sosyal ve siyasal alanda gelişmesi gerektiğini ifade etmiştir. Bu nedenle, üyelik müzakerelerinin açılması için bir tarih belirlenmemesi ve Ortaklık Anlaşması çerçevesinde ilişkilerin geliştirilmesi önerilmiştir.

Bu öneri Türkiye tarafından da olumlu değerlendirilmiş ve Gümrük Birliği'nin Katma Protokol'de öngörüldüğü şekilde 1995 yılında tamamlanması için gerekli hazırlıklara başlanmıştır. İki yıl süren müzakereler sonunda 5 Mart 1995 tarihinde yapılan Ortaklık Konseyi toplantısında alınan karar uyarınca Türkiye ile AB arasındaki Gümrük Birliği 1 Ocak 1996 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Böylece, Türkiye-AB Ortaklık İlişkisinin "Son Dönemi"ne geçilmiştir. Gümrük Birliği, Türkiye'nin Avrupa Birliği ile bütünleşme hedefine yönelik ortaklık ilişkisinin en önemli aşamalarından biridir ve Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerine ayrı bir boyut kazandırmıştır.

Türkiye Artık Aday Bir Ülke...

Türkiye-AB ilişkilerinin dönüm noktası, 10-11 Aralık 1999 tarihlerinde Helsinki'de yapılan AB Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi'dir. Helsinki Zirvesi'nde Türkiye'nin adaylığı resmen onaylanmış ve diğer aday ülkelerle eşit konumda olacağı açık ve kesin bir dille ifade edilmiştir.

Helsinki Zirvesi'nde, diğer aday ülkeler için olduğu gibi Türkiye için de Katılım Ortaklığı Belgesi hazırlanmasına karar verilmiştir. Türkiye için hazırlanan ilk Katılım Ortaklığı Belgesi 8 Mart 2001 tarihinde AB Konseyi tarafından onaylanmıştır. Katılım Ortaklığı Belgesi'nde yer alan önceliklerin hayata geçirilmesine yönelik program ve takvimimizi içeren Ulusal Program, 19 Mart 2001 tarihinde Hükümetimiz tarafından onaylanarak Avrupa Komisyonuna 26 Mart 2001 tarihinde tevdi edilmiştir.

Katılım Ortaklığı Belgesi Avrupa Birliği tarafından, 2003, 2005, 2006 ve 2008 yıllarında tekrar gözden geçirilmiştir. Ulusal Program ise, 2003, 2005 ve 2008 yıllarında güncelleştirilmiştir. Avrupa Birliği'ne üyelik yolunda kararlılığını her fırsatta ortaya koyan siyasi irade, reform çabalarına da ivme kazandırmıştır. Böylece, müzakerelerin açılması için ön şart olan siyasi kriterlerin karşılanmasına yönelik uyum yasası paketleri yoğun bir şekilde Meclis’ten geçirilmiştir. Temel hak ve özgürlüklerin kapsamını genişleten, demokrasi, hukukun üstünlüğü, düşünce, ifade özgürlüğü ve insan hakları gibi alanlarda mevcut düzenlemeleri güçlendiren ve güvence altına alan reformlara devam edilmiştir. Bu çerçevede 2002-2004 yılları arasında 8 Uyum Paketi, 2001 ve 2004 yıllarında da 2 Anayasa Paketi TBMM'de kabul edilmiştir. 

17 Aralık 2004 tarihli Brüksel Zirvesi'nde, Türkiye-AB ilişkilerinde bir dönüm noktası daha yaşanmış ve Zirve'de Türkiye'nin siyasi kriterleri yeteri ölçüde karşıladığı belirtilerek 3 Ekim 2005'te müzakerelere başlanması kararı alınmıştır.

Müzakereler Başlıyor...

3 Ekim 2005 tarihinde Lüksemburg'da yapılan Hükümetlerarası Konferans ile Türkiye resmen AB'ye katılım müzakerelerine başlamıştır. Yine aynı gün bir basın toplantısı düzenlenerek Türkiye için Müzakere Çerçeve Belgesi yayımlanmıştır. Böylece, Türkiye ile AB arasındaki inişli çıkışlı ilişki, çok önemli bir dönüm noktasını aşarak yepyeni bir sürece girmiştir. 

Katılım Müzakerelerinde mevcut durumda şu ana kadar 16 fasıl müzakerelere açılmış, bir tanesi geçici olarak kapatılmıştır. Bazı üye ülkelerin siyasi engellemeleri ve Kıbrıs sorunu müzakere sürecini ipotek altına almıştır. 2006-2010 yılları arasında 13 fasıl müzakereye açılmışken, açılmayan fasılların büyük bir bölümü üye ülkelerin siyasi engellerine takıldığı için, 2010-2013 döneminde yalnızca 1 fasıl müzakereye açılabilmiştir.

17 Mayıs 2012 tarihinde ise Türkiye ve Avrupa Komisyonu arasında Pozitif Gündem başlatılmıştır. Pozitif Gündem, Türkiye-AB ilişkileri açısından bazı önemli konulardaki işbirliği mekanizmalarının güçlendirilmesini ve siyasi blokajlı fasıllar dahil olmak üzere, oluşturulan çalışma gruplarıyla teknik açılış/kapanış kriterlerinin en kısa sürede yerine getirilmesini amaçlayan bir çalışma yöntemi olarak düşünülmüştür. Pozitif Gündem, 2014 yılında Avrupa Komisyonu Genişleme ve Komşuluk Politikasından Sorumlu Üyesi Štefan Füle’nin yerine Johannes Hahn’ın göreve gelmesiyle sona ermiştir.

İlişkilerde Yakın Dönem Gelişmeler

Türkiye-AB ilişkilerinde, 2015 yılında özellikle Suriye’deki olayların düzensiz göç akınlarına yol açması nedeniyle önemli gelişmeler yaşanmıştır. Somut kararların alındığı 29 Kasım 2015, 7 Mart 2016 ve 18 Mart 2016 tarihli Türkiye-AB Zirveleri çerçevesinde, ilişkilerin her veçhesi ivme kazanmıştır. Zirvelerde, katılım müzakerelerinin yeniden canlandırılması, Türkiye-AB arasındaki üst düzey diyalog mekanizmalarının güçlendirilmesi, Vize Serbestisi Diyaloğu sürecinin hızlandırılması, göç yönetiminde yük paylaşımı, terörle mücadelede işbirliği ve Gümrük Birliği’nin (GB) güncellenmesi çalışmaları gibi önemli kararlar alınmıştır.

15 Temmuz 2016 tarihindeki darbe girişimi sonrasında, AB’nin Türkiye’ye karşı sergilediği dayanışma eksikliği ve ülkemizin benimsemek zorunda kaldığı güvenlik odaklı politika ilişkilerimizi olumsuz etkilemiş, bu durum dolaylı olarak müzakere sürecimize de yansımıştır. Nitekim 13 Aralık 2016 tarihli AB Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi Dönem Başkanlığı Sonuçları’nda (Konsey’de karar alınması için gerekli oy birliği sağlanamadığından Dönem Başkanlığı Sonuçları olarak açıklanmıştır), “mevcut koşullar altında yeni fasılların müzakereye açılmasının düşünülmediği” belirtilmiştir.

Söz konusu dönemin aşılması ve ilişkilerin normalleşmesi açısından en önemli adım ise, 26 Mart 2018 Varna Zirvesi’yle atılmıştır. Sayın Cumhurbaşkanımız, dönemin AB Konseyi Başkanı Donald Tusk, dönemin Avrupa Komisyonu Başkanı Jean-Claude Juncker ve eski Bulgaristan Başbakanı Boyko Borisov’un katılımıyla, Varna’da bir araya gelen Türkiye ve AB liderleri, Türkiye-AB birlikteliğinin önemini teyit etmiş ve ülkemizin adaylığını en üst düzeyde vurgulamışlardır.

Varna Zirvesi, üst düzey diyaloğun yeniden tesisi için önemli bir adım olsa da 26 Haziran 2018 tarihli Genel İşler Konseyi (GİK) Sonuçları’nda, “ülkemizin AB’den uzaklaşmakta olduğu, katılım müzakerelerimizin fiiliyatta durma noktasına geldiği, yeni fasılların açılmasının veya kapatılmasının düşünülmediği ve GB’nin güncellemesi müzakerelerinin başlatılmasının öngörülmediği” belirtilmiştir. AB, halihazırda bu pozisyonunu korumakta ve AB metinlerinde katılım müzakerelerinin “durma noktasına” (standstill) geldiği ifade edilmektedir.

2019 yılının ilk yarısında, Türkiye-AB ilişkileri olumlu gündemle başlamıştır. Nitekim Türkiye-AB Ortaklık Konseyi, üç buçuk yıllık bir aradan sonra 15 Mart 2019 tarihinde toplanmış, ülkemiz, 31 Ocak 2019 tarihinde Bükreş’te yapılan AB Dışişleri Bakanları gayriresmi toplantısına (Gymnich) katılmış, AB ile 15 Ocak 2019 tarihinde Yüksek Düzeyli Ulaştırma Diyaloğu Toplantısı, 28 Şubat 2019 tarihinde ise Yüksek Düzeyli Ekonomik Diyalog Toplantısı yapılmış ve Alt Komite toplantıları düzenli aralıklarla gerçekleştirilmiştir.

2019 yılının ikinci yarısından itibaren ise ilişkilere, özellikle Doğu Akdeniz ve Suriye konularında artan gerginlik ve derinleşen güvensizlik damgasını vurmuştur. Nihayetinde, 15 Temmuz 2019 tarihli Dış İlişkiler Konseyi (DİK) toplantısında, Doğu Akdeniz’deki hidrokarbon faaliyetlerimize ilişkin önlemler bağlamında, ülkemize karşı bazı adımlar atılması, bu meyanda, Kapsamlı Hava Taşımacılığı Anlaşması müzakerelerinin askıya alınması, Ortaklık Konseyi dahil üst düzey diyalog toplantılarının gerçekleştirilmemesi ve 2020 yılı için “Katılım Öncesi Mali Yardım Aracı” (Instrument for Pre-Accession Assistance-IPA) kapsamında fonlarda kesintiye gidilmesi kararlaştırılmıştır. AB ile aramızdaki işbirliği ve istişare mekanizmaları böylece askıya alınmıştır.

Ülkemizin izlediği yapıcı politika sayesinde, AB ile ilişkilerimizde Doğu Akdeniz kaynaklı gerginlikler azalmıştır. Nitekim AB, 2020 yılının sonunda yeni bir “olumlu gündem” önerisi getirmiştir. Bu çerçevede GB’nin güncellenmesi, halktan halka temas ve hareketlilik ile kamu sağlığı, iklim değişikliği ve terörizmle mücadele ve bölgesel konularda üst düzey diyalog mekanizmaları kurulması, ülkemizdeki Suriyelilere yardımda bulunulmaya devam edilmesi ve göç alanında işbirliğinin güçlendirilmesi gibi unsurlara yer verilmiştir. Ayrıca, bu unsurların hayata geçirilmesi, Doğu Akdeniz’de gerginliğin düşük tutulması koşuluna bağlanmıştır.

2021 ve 2022 yıllarında olumlu gündem kapsamında iklim, tarım, göç ve güvenlik, sağlık ile bilim, araştırma, teknoloji ve yenilikçilik gibi alanlarda yeni Yüksek Düzeyli Diyaloglar tesis edilmiştir. Ancak AB’nin, GB’nin güncellenmesi de dahil olmak üzere, olumlu gündemi hayata geçirmeye yönelik somut kararlar almadığı görülmüştür.

29-30 Haziran 2023 tarihlerinde gerçekleştirilen AB Zirvesi Sonuçları’nda “Doğu Akdeniz” başlığı altında Türkiye’ye ilişkin olarak, Mart ve Haziran 2021 tarihlerinde düzenlenen AB Zirveleri’nde alınan ülkemizle ilgili kararların teyit edildiğine atıfta bulunularak, ülkemizde gerçekleştirilen seçimler ışığında, AB Yüksek Temsilcisi ve Avrupa Komisyonu’ndan, AB Konseyi’nce belirlenen araçlar ve seçeneklerden yararlanılarak, stratejik ve ileriye dönük şekilde ilerlemek amacıyla Türkiye-AB ilişkilerindeki son durum hakkında bir rapor hazırlaması istenmiştir.

Yüksek Temsilci Josep Borrell ile Avrupa Komisyonu tarafından hazırlanan “Türkiye-AB Siyasi, Ekonomik ve Ticari İlişkilerinde Mevcut Durum” başlıklı Ortak Bildirim 29 Kasım 2023 tarihinde AB Komiserler Koleji’nde kabul edilmiştir. 

Bahsekonu Bildirim, 17-18 Nisan 2024 tarihlerinde düzenlenen AB Devlet ve Hükümet Başkanları Özel Zirvesi’nde “Türkiye” başlığı altında, AB Yüksek Temsilcisi Borrell ve Avrupa Komisyonu tarafından hazırlanan Ortak Bildirim ele alınmıştır.

Zirve Sonuçları’nda ülkemize yönelik “Türkiye” başlığı altında, AB-Türkiye ilişkileri bağlamında Ortak Bildirim dikkate alınarak stratejik bir tartışmanın gerçekleştirildiğini ifadeyle, Doğu Akdeniz’de istikrarlı ve güvenli bir ortam ile Türkiye’yle işbirliği ve karşılıklı çıkara dayanan bir ilişki geliştirilmesinin AB’nin stratejik çıkarına olduğu, Türkiye’nin yapıcı angajmanının Ortak Bildirim’de tanımlanan çeşitli işbirliği alanlarında ilerleme sağlanması için yararlı olacağı, AB Daimi Temsilciler Komitesi’nin (COREPER), ilgili kurumların yetkinliklerine saygı duyularak, daha önceki Zirve kararları doğrultusunda ve AB Konseyi’nin rehberliğinde, aşamalı, orantılı ve geri döndürülebilir şekilde Ortak Bildirim’in tavsiyeleri üzerinde çalışmak üzere AB Konseyi tarafından görevlendirildiği belirtilmiştir.

Bu başlık altında ayrıca, Kıbrıs’ta çözüm görüşmelerinin yeniden başlatılması ve ilerletilmesine atfedilen önemin altı çizilerek, bunun Türkiye-AB işbirliğinin daha da güçlendirilmesini sağlayacağı ifade edilmiştir.

Bu döküman ab.gov.tr sitesinde bulunan makaleden otomatik üretilmiştir