Son Güncelleme: 01 Ekim 2025
Birleşik Avrupa ideali, uzun yıllar boyunca filozofların ve öngörülü kişilerin düşüncelerinde yer bulan soyut bir fikir olarak varlığını sürdürmüştür. Bu düşünce, gerçek bir siyasi projeye dönüşüp devletlerin hükümet politikalarında uzun vadeli bir hedef haline gelmeden önce, daha çok hümanist ve barışçıl bir hayalin parçası olarak görülmüştür.
Avrupa, yüzyıllar boyunca sık sık yaşanan kanlı savaşlara sahne olmuştur. Özellikle 1870 ile 1945 yılları arasında Fransa ve Almanya üç kez karşı karşıya gelmiş, bu savaşlar büyük can kayıplarına yol açmıştır. Yaşanan bu yıkıcı çatışmalar, bazı Avrupalı liderleri ve düşünürleri, barışın kalıcı hale getirilmesinin tek yolunun, ülkelerin ekonomik ve siyasi olarak birleşmesinden geçtiği düşüncesine yöneltmiştir.
Avrupa'da ulusal uzlaşmazlıkların üstesinden gelebilecek bir yapılanmanın temelleri, İkinci Dünya Savaşı sırasında totaliter yönetimlere karşı mücadele eden direniş hareketlerinden doğmuştur.
Schuman Planı
İkinci Dünya Savaşı’nın ardından, Avrupalı devlet adamlarının kıtada kalıcı bir barış oluşturma yönündeki çabaları hız kazanmıştır. Bu doğrultuda, Fransa Dışişleri Bakanı Robert Schuman, Eski Milletler Cemiyeti Genel Sekreteri Jean Monnet tarafından hazırlanan bir tasarıya dayanarak, 9 Mayıs 1950 tarihinde bir çağrıda bulunmuştur. Schuman, Avrupa devletlerini, kömür ve çelik üretimiyle ilgili karar alma yetkisini bağımsız ve ulusüstü bir kuruma devretmeye davet etmiştir.
Schuman Planı’na göre, Avrupa'da kalıcı bir barışın sağlanabilmesi için, Fransa ve Almanya arasında yüzyıllardır süregelen rekabetin ve çatışmanın sona ermesi gerekiyordu. Bu hedefe ulaşmanın yolu ise, sözkonusu iki ülkenin kömür ve çelik üretimlerini ortak bir sistem altında birleştirerek bu alanlarda işbirliği yapmalarını sağlamak ve bu yapıyı tüm Avrupa devletlerine açık bir çerçevede geliştirmekti.
Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu (AKÇT)
Schuman Deklarasyonu’nun bir sonucu olarak, 1951 yılında, Belçika, Federal Almanya, Lüksemburg, Fransa, İtalya ve Hollanda'nın katılımıyla Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu (AKÇT) kurulmuştur. Sözkonusu Topluluğun Yüksek Otorite olarak adlandırılan ilk yürütme organının başkanlığına, aynı zamanda bu fikrin ilham kaynağı olan Jean Monnet getirilmiştir.
Böylece, savaşın temel hammaddeleri olan kömür ve çelik, barışın inşasında birer araç haline gelmiştir. Tarihte ilk defa devletler, kendi iradeleri ile egemenliklerinin bir kısmını ulus üstü bir kuruma devretmiştir.
Roma Antlaşması ve Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET)
AKÇT’yi kuran altı üye devlet, bu işbirliğini genişleterek daha kapsamlı bir ekonomik entegrasyon gerçekleştirmek üzere, 1957 yılında Roma Antlaşması’nı imzalamış ve Avrupa Ekonomik Topluluğu’nu (AET) kurmuştur. AET'nin amacı, malların, işgücünün, hizmetlerin ve sermayenin serbest dolaştığı bir ortak pazar oluşturarak, nihai olarak siyasi bütünlüğe ulaşmaktır.
Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu (EURATOM)
Roma Antlaşması ile kurulan bir diğer yapı ise, Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu (EURATOM) olmuştur. 1 Ocak 1958 tarihinde yürürlüğe giren bu Topluluğun amacı, nükleer enerjinin barışçıl ve güvenli bir biçimde kullanılmasını sağlamak ve üye devletlerin araştırma programlarını koordine etmek olarak belirlenmiştir.
Füzyon Antlaşması ve Avrupa Toplulukları
1965 yılında imzalanan Füzyon Antlaşması (Birleşme Anlaşması) ile AKÇT, AET ve EURATOM’un yönetim yapıları birleştirilmiştir. Bu kapsamda üç topluluk için tek bir Konsey ve tek bir Komisyon oluşturulmuştur. Bu birleşmenin ardından sözkonusu yapılar Avrupa Toplulukları adı altında anılmaya başlanmıştır.
Gümrük Birliği
Avrupa Topluluğu’nda mamul mallara uygulanan gümrük vergileri, planlanandan önce, 1 Temmuz 1968 tarihinde kaldırılmıştır. Özellikle tarım ve ticaret politikaları başta olmak üzere, ortak politikalar 1960'ların sonunda büyük ölçüde kurumsallaşmıştır.
İlk Genişleme Dalgası
Kurucu altı ülkenin (Altılar) elde ettiği başarı, Birleşik Krallık, Danimarka ve İrlanda'yı Topluluk üyeliği için başvurmaya teşvik etmiştir. Ancak, Cumhurbaşkanı General de Gaulle yönetimindeki Fransa, 1963 ve 1967 yıllarında Birleşik Krallık’ın üyelik başvurusunu iki kez veto etmiştir. Zorlu geçen müzakerelerin ardından bu üç ülke, 1973 yılında Topluluğa katılmışlardır.
1980'ler: Topluluk Güneye Doğru Genişliyor
Topluluk 1981'de Yunanistan, 1986'da İspanya ve Portekiz'in katılmalarıyla güneye doğru genişlemiştir. Böylece, üye sayısı 12'ye ulaşmıştır.
Avrupa Tek Senedi
1980’lerin başında, küresel ekonomik durgunluk ve mali yükün paylaşımı konusundaki anlaşmazlıklar, Topluluk içinde bir "Avrupa karamsarlığı" atmosferine yol açmıştır. Ancak, 1984 yılından itibaren bu hava yerini, entegrasyon sürecinin yeniden canlandırılmasına yönelik daha iyimser beklentilere bırakmıştır.
Avrupa Komisyonu Başkanı Jacques Delors liderliğinde, 1985 yılında hazırlanan Beyaz Kitap temel alınarak, Topluluk, 1 Ocak 1993'e kadar tek pazar oluşturmayı hedef edinmiştir. Bu sürecin hukuki temelini oluşturan Avrupa Tek Senedi, 17 Şubat 1986'da Almanya, Belçika, Fransa, Hollanda, Birleşik Krallık, İrlanda, İspanya, Lüksemburg ve Portekiz, 28 Şubat 1986'da ise Danimarka, İtalya ve Yunanistan tarafından imzalanmıştır.
1987 yılında yürürlüğe giren Avrupa Tek Senedi ile Avrupa Topluluklarını kuran Antlaşmalarda kapsamlı değişiklikler yapılarak, tek pazarın tamamlanmasına ve siyasi bütünleşmeye giden sürece kurumsal ivme kazandırılmıştır.
Maastricht Antlaşması ve Avrupa Birliği
Berlin Duvarı'nın yıkılması, 3 Kasım 1990'da Almanya'nın birleşmesi, Merkezi ve Doğu Avrupa ülkelerinin Sovyet denetiminden kurtularak demokratikleşme sürecine girmeleri ve Aralık 1991'de Sovyetler Birliği'nin dağılması, Avrupa'nın siyasi yapısını köklü bir biçimde değiştirmiştir.
Bu dönüşümler ışığında, Avrupa Topluluğu üyesi devletler, aralarındaki bağları daha da güçlendirme kararlılığıyla, yeni bir entegrasyon aşamasına geçmeye karar vermiştir. 9-10 Aralık 1991 tarihlerinde Maastricht'te düzenlenen Avrupa Birliği Zirvesi'nde, yeni bir antlaşmanın temel unsurları üzerinde uzlaşmaya varılmıştır.
Bu çerçevede hazırlanan ve diğer adıyla Avrupa Birliği Antlaşması olarak da bilinen Maastricht Antlaşması, 1 Kasım 1993 tarihinde yürürlüğe girmiştir.
Antlaşma ile birlikte, 1999 yılına kadar parasal birliğin tamamlanması, Avrupa vatandaşlığı kavramının oluşturulması ve ortak dış ve güvenlik politikası ile adalet ve içişlerinde işbirliği mekanizmalarının kurulması yönünde karar verilmiştir.
Maastricht Antlaşması ile birlikte üç sütunlu Avrupa Birliği yapısı oluşturulmuştur.
Bu yapısal değişiklikle Avrupa entegrasyonu sadece ekonomik temeller üzerinden değil, aynı zamanda siyasi ve güvenlik alanlarını da kapsayacak şekilde genişletilmiştir.
Yeni Bir Genişleme: Avusturya, Finlandiya, İsveç
1995 yılında, Avusturya, Finlandiya ve İsveç'in katılımıyla, Avrupa Birliği'nin üye sayısı 15'e yükselmiştir.
Ekonomik ve Parasal Birlik
Avrupa’nın ortak para birimi olan Avro, 1 Ocak 2002 tarihinde resmen tedavüle girerek, 12 ülkede kullanılmaya başlanmıştır.
Son Genişleme Dalgaları
2004 yılında, Avrupa Birliği'nin tarihindeki en büyük genişleme dalgası gerçekleşmiş, bu süreçte Çekya, Estonya, GKRY, Letonya, Litvanya, Macaristan, Malta, Polonya, Slovakya ve Slovenya olmak üzere 10 yeni ülke Avrupa Birliği'ne katılmıştır.
Bunu takiben, 2007 yılında, Bulgaristan ve Romanya'nın katılımıyla Avrupa Birliği'nin üye sayısı 27'ye yükselmiştir.
Son olarak, 2013 yılında Hırvatistan'ın katılımıyla Avrupa Birliği üye devlet sayısı 28'e ulaşmıştır.
Lizbon Antlaşması
Avrupa Birliği'nin derinleşme sürecindeki son önemli aşama, 2007 yılında imzalanan ve 2009 yılında yürürlüğe giren Lizbon Antlaşması ile gerçekleşmiştir. Bu Antlaşma’nın temel amacı, Avrupa Birliği'nin karar alma mekanizmalarındaki tıkanıklıkların giderilmesi ve Birliğin daha demokratik ve etkin bir yapıya kavuşturulmasıdır. Bu hedef doğrultusunda yapılan kapsamlı değişikliklerle, Avrupa Topluluğu'nu kuran Antlaşmanın adı "Avrupa Birliği'nin İşleyişi Hakkında Antlaşma" olarak değiştirilmiştir.
2008 Küresel Finans Krizi ve Avrupa Birliği
2008 yılında ortaya çıkan ve tüm dünyayı etkisi altına alan küresel kriz, Avrupa Birliği ülkelerini de ciddi şekilde etkilemiştir. Krizle birlikte kamu açıklarında artış, rekabet gücünde azalma, işsizlik oranlarında yükselme ve düşük ekonomik büyüme gibi ekonomik ve mali sorunlar ortaya çıkmıştır. Krizin olumsuz etkileri özellikle Avro Alanı’nda derin şekilde hissedilmiş ve Avro Alanı ekonomisi, 2009 yılında yüzde 4,1 oranında küçülerek tarihinin en büyük daralmasını yaşamıştır.
Krizin etkilerini hafifletmek ve gelecekte benzer krizlere karşı daha dirençli hale gelmek amacıyla Avrupa 2020 Stratejisi, Avrupa Finansal İstikrar Mekanizması (EFSM), Avrupa Finansal İstikrar Fonu (EFSF), Avrupa Sömestri, Avro Paktı, Altılı Paket, Avrupa İstikrar Mekanizması (ESM) ve Bankacılık Birliği gibi çeşitli mekanizmalar hayata geçirilmiştir.
Ayrıca, Avrupa Birliği’nin dış politikasını daha etkin ve koordineli bir şekilde yürütebilmek amacıyla 26 Temmuz 2010 tarihinde Avrupa Birliği Dış İlişkiler Servisi (DİS) kurulmuştur. Birliğin Ortak Dış ve Güvenlik Politikası'nı yürütmekle görevli DİS, Avrupa Birliği Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi’ne destek olmak amacıyla oluşturulmuştur. DİS, Konsey ve Komisyon Genel Sekreterliklerinin ilgili birimlerinden personel ile üye devletlerin diplomatik birimlerinden görevlendirilen personelden oluşmaktadır.
Tüm bu gelişmelerin ardından, Avrupa Birliği 2012 yılında Nobel Barış Ödülü'ne layık görülmüştür. Avrupa Birliği’ne bu ödül, Avrupa’da barış, uzlaşma, demokrasi ve insan haklarının geliştirilmesine yaptığı katkılardan dolayı 10 Aralık 2012 tarihinde düzenlenen törenle verilmiştir.
Avrupa Birliği’nin Çoklu Krizleri
Avro Bölgesi krizinin ardından Avrupa Birliği her ne kadar ekonomik olarak bir toparlanma sürecine girmiş olsa da, düzensiz göç krizi, Brexit süreci ve aşırı sağ ile popülist akımların yükselişi gibi çeşitli sınamalarla karşı karşıya kalmıştır.
2015 yılında patlak veren düzensiz göç krizi, hem Schengen Bölgesi’nin işleyişinin sorgulanmasına yol açmış, hem de üye devletler arasında ciddi fikir ayrılıklarını ortaya çıkarmıştır. Bu krizin etkilerini azaltmak amacıyla Avrupa Birliği, Türkiye ile 18 Mart Mutabakatı’nı tesis etmiştir. 18 Mart Türkiye-Avrupa Birliği Mutabakatı çerçevesinde uygulamaya konulan “1’e 1 Uzlaşısı” sayesinde, Ege Denizi üzerinden Avrupa Birliği’ne yönelik göç akımı önemli ölçüde azalmış ve göçmenlerin hayatlarını kaybetmelerinin önüne geçilmiştir.
Bir diğer önemli sınama ise, Birleşik Krallık’ın 23 Haziran 2016 tarihinde yapılan referandumda yüzde 52 oyla Avrupa Birliği’nden ayrılma (Brexit) kararı olmuştur. Dönemin Başbakanı Theresa May, Birleşik Krallık’ın Avrupa Birliği’nden ayrılma niyetini içeren resmi bildirimi 29 Mart 2017 tarihinde Avrupa Birliği Zirvesi’ne sunmuştur. 25 Kasım 2018 tarihinde Brexit’e ilişkin siyasi deklarasyon Avrupa Birliği üye devletleri tarafından onaylanmıştır. Ancak Birleşik Krallık Parlamentosu’nda çekilme koşullarına dair uzlaşı sağlanamaması üzerine, 10 Nisan 2019 tarihli Avrupa Birliği Zirvesi’nde Brexit tarihi 31 Ekim 2019’a ertelenmiştir. Uzun süren belirsizliklerin ardından Birleşik Krallık, 31 Ocak 2020 tarihinde Avrupa Birliği üyeliğinden resmen ayrılmıştır.
1 Şubat 2020 tarihinde yürürlüğe giren Çekilme Anlaşması ile başlayan geçiş dönemi boyunca Birleşik Krallık, Avrupa Birliği kurallarına ve yargı yetkisine tabi olmaya devam etmiş ve 31 Aralık 2020 tarihine kadar Avrupa Birliği bütçesine katkı sağlamayı sürdürmüştür. Bu geçiş dönemi, tarafların gelecekteki ilişkilerinin şekillendirilmesini hedefleyen ikinci tur müzakerelere geçiş sürecini de beraberinde getirmiştir.
Tüm bu gelişmelerin yanı sıra, kriz ortamından beslenerek yükselişe geçen aşırı sağ akımlar, özellikle yabancı düşmanlığı ve Avrupa Birliği karşıtlığı temelli söylemlerle siyaset sahnesinde etkilerini artırmıştır. Merkez partilerin bu söylemlere karşı güçlü alternatifler sunamaması, Avrupa’daki sorunları derinleştirmiştir.
2020 yılından itibaren etkili olan COVID-19 salgını da Avrupa Birliği için büyük bir sınama olmuştur. Salgın, hem kamu sağlığını tehdit etmiş hem de büyük bir ekonomik durgunluğa yol açmıştır. Avrupa Birliği, COVID-19 kriziyle mücadele etmek amacıyla, Komisyon’un önerisiyle mali piyasalardan toplanacak ve büyük ölçüde hibe olarak dağıtılacak 750 milyar Avro’luk bir kurtarma fonu kabul etmiştir. Ayrıca, kamu sağlığı alanında da önemli bir adım atılarak, ortak aşı tedarik programı oluşturulmuş ve tüm üye devletlerin aşılara eşit şekilde erişimi sağlanmıştır.
Son olarak Rusya-Ukrayna savaşı, Avrupa için yalnızca bir güvenlik krizi değil, aynı zamanda köklü bir dönüm noktası olmuştur. Bu gelişme, Avrupa Birliği’nin güvenlik ve savunma başta olmak üzere, enerji, ekonomi ve göç gibi alanlarda ortaklıklarını güçlendirmesini ve yeni politikalar geliştirmesini zorunlu hale getirmiştir.
Avrupa Birliği’nde Çözüm Arayışları: Avrupa’nın Geleceği Konferansı
Avrupa Birliği, son yıllarda mali kriz, Brexit, düzensiz göç, aşırı sağın ve popülizmin yükselişi ve transatlantik ilişkilerde gerginlikler gibi çok sayıda sınamayla karşı karşıya kalmıştır. Bu krizlerin derinleşmesi, Avrupa Birliği içerisindeki ayrışmaları (üye devletler, Avrupa Birliği kurumları, vatandaşlar, STK’lar vb.) ve yapısal eksiklikleri gün yüzüne çıkarmış, Avrupa Birliği’nin işleyişi ile geleceği hakkında ciddi tartışmaların ortaya çıkmasına neden olmuştur.
Bunlara ek olarak, uluslararası konjonktürde yaşanan değişimler ve artan belirsizlik ortamı, yalnızca küresel sistemi değil, Avrupa Birliği’ni de önemli ölçüde etkilemiştir. Bu durum, Birliğin değişen koşullara uyum sağlayabilmesi ve küresel rolünü güçlendirebilmesi için yeniden yapılanma ihtiyacını ortaya çıkarmıştır. Bu çerçevede, Avrupa Birliği’nin geleceğini tartışmak ve yeniden yapılanmaya yönelik bir yol haritası belirlemek amacıyla son yıllarda çeşitli girişimlerde bulunulmuştur.
16 Eylül 2016 tarihli Bratislava Zirvesi’nin ardından yayımlanan bildiriyle başlayan süreç, 25 Mart 2017’de Roma Antlaşması’nın 60. yıldönümünde kabul edilen Roma Bildirisi ve 9 Mayıs 2019’da yayımlanan Sibiu Bildirisi ile ivme kazanmıştır. Bu bildiriler, Avrupa bütünleşmesine bağlılığı vurgulayan açıklamalarla birlikte reform arayışlarının temelini oluşturmuştur.
Bu bağlamda geliştirilen girişimlerden biri de Avrupa’nın Geleceği Konferansı (AGK) olmuştur. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un önerisiyle gündeme gelen Konferans, Avrupa’nın geleceğinin doğrudan vatandaşların katılımıyla tartışılacağı bir platform olarak tasarlanmıştır. AGK’nın resmi açılışı, 9 Mayıs 2021 Avrupa Günü'nde hibrit formatta gerçekleştirilmiştir. Konferansın temel amacı, “Avrupa Birliği vatandaşlarının gündelik hayatlarını etkileyen tüm konuların tartışılmasını sağlamak ve Avrupa’yı herkes için daha iyi bir yer haline getirmek” olarak açıklanmıştır.
AGK’ya, Avrupa Birliği vatandaşları, Avrupa Birliği kurumları, ulusal, bölgesel ve yerel yönetimler ile sivil toplum kuruluşları katılım sağlamıştır. AGK çalışmaları, “Çok Dilli Dijital Platform”, “Avrupa Vatandaş Panelleri”, “Merkezi Olmayan Etkinlikler” ve “Genel Kurul Toplantıları” olmak üzere dört ana bileşen çerçevesinde yürütülmüştür. Bu süreçte, binlerce yerel ve ulusal etkinlik düzenlenmiş, çok sayıda görüş ve öneri toplanmıştır.
Konferans, 9 Mayıs 2022 Avrupa Günü’nde Strazburg’da düzenlenen bir törenle sona ermiştir. Konferans sonunda yayımlanan nihai rapor, Avrupa Birliği kurumlarının ve işleyiş mekanizmalarının reformuna yönelik 49 öneriye odaklanmıştır. Bu öneriler, iklim değişikliği ve çevre, sağlık, daha güçlü bir ekonomi, sosyal adalet ve istihdam, dünyada daha güçlü Avrupa Birliği, değerler, haklar ve hukukun üstünlüğü, güvenlik, dijital dönüşüm, Avrupa demokrasisi, göç, eğitim, kültür, gençlik ve spor başlıklarında toplanmıştır.
AGK, Avrupa Birliği’nin vatandaş merkezli, daha katılımcı ve demokratik bir yapıya evrilme çabasının somut bir örneği olarak değerlendirilmiştir.
AGK hakkında detaylı bilgiye ulaşmak için tıklayınız.
Avrupa Birliği’nde Son Dönemdeki Gelişmeler
Geçtiğimiz dönemde yaşadığı çoklu krizler karşısında Avrupa Birliği, başta dış, güvenlik ve savunma politikaları ile yeşil ve dijital dönüşüm alanları olmak üzere pek çok politikasını gözden geçirerek, değişen küresel dinamiklere uyum sağlamayı amaçlamaktadır. Bu doğrultuda Avrupa Birliği, yayımladığı çeşitli strateji belgeleri aracılığıyla karşı karşıya olduğu sınamalara karşı dayanıklılığını artırmayı hedeflemektedir.
Özellikle Rusya-Ukrayna savaşının ardından güvenliğin tüm boyutlarını kapsayan politikaların önemi artmış, bu alandaki çalışmalar hız kazanmıştır. Bu çerçevede, Rekabetçilik Pusulası, 2030 Avrupa'nın Savunma Alanındaki Hazırlığına İlişkin Beyaz Kağıt, ReArm Europe Planı, Avrupa Birliği Hazırlıklılık Birliği, Küresel Geçit Girişimi, Uluslararası Dijital Stratejisi öne çıkan girişimlerdir.
Sözkonusu girişimlerin temel hedefleri arasında, Avrupa Birliği’nin güvenlik ve savunma kapasitesini artırmak, savunma sanayisini desteklemek, ekonomik güvenliği güçlendirmek, rekabet gücünü korumak, enerji bağımlılığını azaltmak, tedarik zincirlerini güvence altına almak, teknolojik gelişmeleri ve yenilikçiliği teşvik etmek yer almaktadır.
Avrupa Komisyonu Başkanı, her yıl Eylül ayında Avrupa Parlamentosu Genel Kurulu’nda “Birliğin Durumu” (State of the Union) başlıklı bir hitapta bulunmaktadır. Bu hitap, geride bırakılan yılın Avrupa Birliği açısından sınamalarını ve kazanımlarını değerlendirmekte ve sonraki yıla dair öncelikleri ve yol haritasını ortaya koymaktadır. Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen tarafından yapılan 2025 yılı “Birliğin Durumu” konuşmasına ulaşmak için tıklayınız.
Önümüzdeki dönemde Avrupa Birliği’nin küresel ve bölgesel gelişmelerin etkisiyle mevcut politikalarını gözden geçirerek şekillendirmeye devam etmesi ve buna paralel adımlar atmayı sürdürmesi beklenmektedir.
Avrupa Komisyonu’nun Avrupa Birliği tarihçesi sayfasına ulaşmak için tıklayınız.