AB Bakanı Ömer Çelik Rus Haber Ajansı TASS'a Röportaj Verdi

Son Güncelleme: 16 Mart 2017

Avrupa Birliği Bakanı ve Başmüzakereci Ömer Çelik, Rus Haber Ajansı TASS'a verdiği söyleşide AB-Türkiye ilişkileri ve Hollanda'ya yönelik değerlendirmelerde bulundu.

AB Bakanı Ömer Çelik mülakatta Avrupa’nın ırkçılığın elinde olduğunu, Avrupa Birliği (AB) ile yapılan mülteci anlaşmasına uymanın bir manasının olmadığını ve Rusya ile “normalleşme sürecinin artık sona erdiğini” düşündüğünü söyledi.

Söyleşinin tamamı aşağıda sunulmaktadır:

KİRİLL JAROV (Muhabir): Sıcak konudan başlayalım değil mi? Hollanda. Kriz çıktı, durum gayet ciddi. Türkiye yaptırımlar uyguladı. Böyle ciddi bir gerginlik gerçekten de kaçınılmaz mıydı? Türkiye başka türlü davranabilir miydi?

ÖMER ÇELİK: Aslında biz, her zaman davrandığımız gibi davrandık. Bu, yurt dışında yaşayan vatandaşlarımıza oy kullanma hakkının sunulduğu üçüncü seçim. Avrupa ülkelerine her zaman gidiyor, vatandaşlarımızla görüşüyor, büyük mitingler yapıyoruz. Brüksel’de Stephanie Meydanı'nda büyük bir miting yapıldı. 2013 yılında bizzat Düsseldorf’a demokrasiye destek mitingine gittim. Orada 50 bin kişi toplanmıştı! Şimdiye kadar etkinlikler konusunda ne alan ne de salonla ilgili herhangi bir problem olmuştu. Biz her zaman yaptığımızı yapıyoruz. Demokrasinin gereklerine uygun biçimde vatandaşlarımızı bilgilendiriyoruz.

Ancak bu sefer bize karşı farklı bir tutum sergilendi. Önce Avusturya, Türkiye’ye karşı ırkçı bir davranış içine girdi ve politikacılarımızın vatandaşlarımızla görüşmelerinin bütün Avrupa’da engellenmesini istedi. AB “Her ülke kendisi karar versin.” dedi ve ilkelerine uygun düşmediğinden buna karşı çıktı. Sonra Almanya’da bazı sorunlar başladı. Ancak Hollanda’nın yaptığı, Türkiye Dışişleri Bakanı’nın uçuş izninin iptal edilmesi bugüne kadar görülmüş bir şey değildi. Sonra Aile ve Sosyal Politikalar Bakanımızın Türk toprakları olan Başkonsolosluğumuza girmesi engellendi. Bu çok çirkin bir davranıştı ve hiçbir yasal şart veya demokratik gereklilikle açıklanamaz.

Bize ülkenin adı verilmeden bir ülkenin böyle şeyler yaptığını söyleselerdi bu ülkenin mesela Kuzey Kore olduğunu düşünebilirdik. Hollanda bu şekilde Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni ihlal etti, Türkiye’nin yetkililerine karşı güç kullanarak Viyana Sözleşmesi’ni de ihlal etti. Dolayısıyla Hollanda doğru davranışlar sergileseydi bugünkü durum hiç ortaya çıkmazdı. Uzlaşmak için her zaman bir seçenek vardır. Ancak Hollanda iç politikada bir ırkçılık ve Türk karşıtlığı yarışına girdi. Bu yüzden olaylar bu şekilde gelişti. Maalesef Hollanda demokratik davranmadı.

JAROV: Daha önce Türkiye’nin uygulayacağı yaptırımların iş dünyasını etkilemeyeceğini söylemiştiniz. Ancak Ankara, açıklandığı üzere ekonomik yaptırımlar da hazırlıyor. Bu yaptırımlar özel girişimcileri de etkileyecek mi?

ÖMER ÇELİK: Türkiye ile Hollanda halkları arasındaki köklü ve dostane ilişkilerin yanı sıra çok yakın bir ticari iş birliğimiz var. Yapılan yanlış işlerin sorumlusu Hollanda hükûmetidir. Dolayısıyla yaptırımlar Hollanda hükûmetine yöneliktir. Onların diplomatik uçuşlarına izin vermiyoruz ancak bu, sivil ve turistik uçuşlar açısından engel teşkil etmiyor. Ülkelerimizin karşılıklı büyük iş bağlantıları ve yatırımları var. Tabii ki bu konuları yaptırımların dışında tutuyoruz. Ekonomik yaptırımlar sadece devletler arası ilişkileri kapsıyor.

JAROV: Diğer Avrupa ülkeleriyle de benzer sorunlar var. Durum kötüleşmeye başlarsa onlara karşı da yaptırımlar gündeme gelecek mi?

ÖMER ÇELİK: Mesele sadece yaptırım uygulamak değildir. Genel olarak AB’deki durumu iyi analiz etmek gerekiyor. Şu anda uyguladığımız yaptırımlar konuşuluyor ancak bu noktaya nasıl gelindiğini anlamak gerekiyor. Bir AB ülkesi bizzat Başbakan’ının onayıyla kanunları ihlal etti, anlıyor musunuz? Bugünkü duruma bu şekilde geldik. Biz diyoruz ki AB, söz konusu ülkeyi kanunlara uygun hareket etmeye çağırsın, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne, demokratik haklara saygılı davranılması gerektiğini söylesin. Dünyada rutinin dışına çıkabilecek ülkeler var. Ancak Türkiye Dışişleri Bakanı’na, başka bir ülkenin bakanına karşı (Hollanda’nınki gibi) bu tür adımlar atılması ve topluma bu tür şiddet uygulanması yaygın bir davranış hâline gelirse dünya, şimdiye kadar elde ettiği bütün kazanımları kaybeder. Ülkeler birbirleriyle iletişim kuramaz. Dolayısıyla Hollanda bu eylemleriyle bir bakıma İkinci Dünya Savaşı öncesinin modellerini ve tezlerini kullanmış oluyor. Bir başka ülkenin bu şekilde davranacağını, böyle bir davranış şekli seçeceğini sanmıyorum. Demokrasiye, insan haklarına saygısı olan hiçbir ciddi ve sağduyulu ülke bu şekilde davranmaz.

JAROV: Hollanda’da seçimler yapılıyor. Bu konudaki fikirleriniz nelerdir?

ÖMER ÇELİK: Bugün bir Türk gazetesinde çok iyi bir başlık vardı: “Kötüyle kötünün yarışı”. Irkçı, İslam karşıtı, Yahudi aleyhtarı, Avrupafobik bir siyasi lider var. Hollanda’nın mevcut Başbakanı Mark Rutte de onunla yarışmak için aynı ırkçı yolu izliyor. Rutte’nin bu ırkçı duruşu reddetmesi gerekirdi fakat ne yazık ki bu yarış uğruna mültecilere çok kötü bir mesaj gönderdi. O mesaj “Ya bizim gibi davranın ya da ülkeden gidin.” şeklindeydi. Bu da ırkçı siyasi Wilders’in (Geert Wilders aşırı sağcı siyasetçi) Başbakan’ın attığı her adımdan sonra “Ona biz böyle söyledik ve onu biz böyle davranmaya zorladık. Bu şekilde iktidara geldi.” yolunda açıklamalar yapabileceği anlamına geliyor. Wilders’in tek yapacağı seçimlerde aritmetik bakımdan kendisine yetecek kadar oy almak. Zaten Hollanda’daki ana siyasi akım ırkçılık, İslamofobi, yabancı düşmanlığı, mülteci karşıtlığı gibi Wilders’e ait fikirleri programına ve siyasi hayatına dâhil etmiş vaziyette.

JAROV: Türkiye ile AB göçmenler konusunda bir anlaşma imzalamıştı. Fakat şimdi bunun gözden geçirilmesi gerektiğini söylüyorsunuz. Peki, bu anlaşmanın bütünüyle iptal edilmesi mümkün mü?

ÖMER ÇELİK: Tabii ki anlaşmanın iptali meselesi cumhurbaşkanı, başbakan düzeyinde ele alınmalı. Fakat ben durumu şöyle görüyorum: Türkiye anlaşmayla ilgili bütün taahhütlerini yerine getirdi, AB ise hiçbir taahhüdüne uymadı. Bu sebeple Türkiye’nin bazı itirazları ve soruları var. Yeniden yerleştirme çerçevesinde mültecilere kalacak yer sağlanması konusunda AB tarafından tek adım dahi atılmadı. Türkiye’ye taahhüt edilen mali yardımın çok küçük bir kısmı ulaştı. Vize serbestîsiyle ilgili mesele hâlen çözülmedi. Dahası, vize konusunda şimdi tamamen öncekilere zıt açıklamalar geliyor. Türkiye’nin AB’ye katılım müzakerelerinde bir ilerleme olmadı. Bilakis Avrupa Komisyonu Başkanı (Jean-Claude) Juncker ve Genişlemeden Sorumlu Komiseri (Johannes) Hahn, AB’nin ilkeleri ve değerleriyle hiç bağdaşmayacak biçimde Türkiye karşıtı açıklamalar yapıyor. Bu açıdan bakıldığında Türkiye’nin söz konusu anlaşmaya uymaya devam etmesi için hiçbir sebebi yok.

AB’den anlaşmanın yerine getirilmesine bağlı oldukları şeklinde açıklamalar gelmesi normal. Bizimle ilgili taahhütlerini yerine getirmiyorlar ki. Anlaşmanın AB’ye faydası var, Türkiye’ye ise yok. Bence bu anlaşmayı uygulamaya devam etmenin pek bir anlamı yok.

JAROV: AB’nin kendisi bu anlaşmaya imza attı ve anlaşmanın şartlarını yerine getirmiyor. Bu nasıl oluyor?

ÖMER ÇELİK: Maalesef, AB çok kâğıt üretiyor fakat hiçbir siyasi çözüm üretmiyor. Kaldı ki bu sadece Türkiye’yi ilgilendiren alanlarda olmuyor. Bu bizzat AB’nin iç meseleleri için de geçerli. AB’ye göçmenler sorununa yaklaşımının ne olduğunu sorarsanız, bu yaklaşımının duvarlar örmek değil köprüler kurmaktan ibaret olduğunu söyleyecek, size harika olayları, güzel belgeler ve anlaşmaları anlatacaktır. Fakat onlar siyasi açıdan kâğıt üretmekten başka bir şey yapmadı. Birçok ülke hâlâ sınırlarını kapatıyor ve bu mültecilere karşı NATO’yu kullanmak istiyor. Fakat bu insanlar kim? Bunlar ölümden kaçan insanlar. AB, bütün dünyaya mültecilere nasıl davranılması gerektiği konusunda öğüt veriyor, çağrı yapıyor fakat kendisi dediklerinin hiçbirini yapmıyor. AB, Trump’ın sekiz Müslüman ülkesinin vatandaşlarının ABD’ye alınmamasına ilişkin kararını eleştirdi. Biz de bunun yanlış olduğunu düşünüyoruz. Fakat AB’nin eleştirme hakkı yok. AB böyle bir kararı imzalamasa da fiilen bunun hükümlerini yerine getiriyor. Aday ülke olan bizler üç milyon mülteciyi barındırıyoruz, onlar (Avrupalılar) ise hiçbir sorumluluk almıyor. Avrupa’ya gider ve onların mültecilerle ilgili sözlerini dinlerseniz bunların artık ezberlenmiş en derin ifadeler olduğunu göreceksiniz. Fakat uygulamada bunları asla göremezsiniz.

JAROV: Sizce öngörülebilir bir gelecekte AB’nin mültecilerle ilgili tutumu nasıl olacak?

ÖMER ÇELİK: Onlar bu meseleyi çözebilecek durumda değiller. Mülteciler sorunuyla ilgili gerçekten uygun ve kapsamlı bir plan hazırlanmadığından ırkçı çevreler AB’nin siyasi haritasını değiştirmek için bundan yararlandı. Türkiye bu mültecileri kabul etmeseydi ve topraklarına yerleştirmeseydi, 18 Mart 2015 tarihli bu anlaşma olmasaydı bütün bu göçmenler Avrupa’nın kapılarına dayanacaktı. O zaman ne olurdu? Avusturya’nın teklif ettiği gibi sınırları mı kapatacaklardı? Göçmen akınına karşı koymak için sınırlarına askerler mi dikeceklerdi? Askerler de bu insanlara silah mı doğrultacaktı? Türkiye yaptıklarıyla Avrupa’yı büyük bir insani ve siyasi trajediden kurtardı. Bunu yapmasaydık muhtemelen aşırı sağcı partiler şimdi AB genelinde ilk sıralarda olurdu. Türkiye, AB’nin demokratik değerlerini korudu ve bunun için Türkiye’ye teşekkür edilmesi lazım. Fakat tam tersi oluyor ve AB, Türkiye karşıtı bir tutum sergiliyor. Bu, AB’nin içinde pekişen çifte standartları gösteriyor.

JAROV: Türkiye, bir AB üyesi olmamasına rağmen Birlik ile çok güçlü bağlara sahip. Ancak şimdi bazı Türk köşe yazarları Türklerin AB’yi unutması gerektiğini yazıyor. Siz de aynı fikirde misiniz?

ÖMER ÇELİK: Biz politikacı olarak gerçekçi olmalıyız. AB gibi bir oluşum var ve Türkiye’nin bu Birlik ile güçlü bağları var. Ancak şimdi Brexit’ten sonra, AB’nin eski yolunda ilerleyemeyeceği, bunu değiştirmek zorunda olduğu açıkça görülüyor. Şimdi Hollanda’da sonra Almanya ve Fransa’da önemli seçimler yapılacak. Bunlar AB’yi kuran ülkeler ve seçimlerin sonucuna göre Birlik’in yeni fotoğrafı ortaya çıkacak. 25 Mart tarihli Roma Anlaşması’nın 60. yıl dönümü için yapılacak zirve önemli. Avrupa Komisyonu Başkanı Juncker (AB için beş senaryonun yer aldığı) “Beyaz Kitabı” çıkardı. Buna göre ne yönde karar alınacağını göreceğiz. AB daha sert veya yumuşak kuralları olan bir kuruluş mu olacak, yenilenecek mi yoksa konfederasyon veya federasyona mı dönüşecek veya eyaletlere mi ayrılacak? Her durumda Türkiye’nin AB ile ilişkileri devam edecek. Senaryo ne olursa olsun Türkiye’nin AB içinde güçlü biçimde yer alacağını düşünüyorum.

Bu yıl İngiltere’nin Birlik’ten ayrılma süreci başlayacak. Bu süreci dikkatle izliyoruz. Gümrük Birliği’nde reform ve Türkiye ile anlaşmanın yenilenme süreci önemli. Böylece 2017’nin sonuna doğru AB’nin ve onun Türkiye ile ilişkilerinin yeni fotoğrafı ortaya çıkacak.

Birlik ile ilişkilerimizin güçlü olması gerektiğini düşünüyoruz. Ancak Avrupa’nın kendi değerlerine bağlı kalması gerekiyor. Le Pen, Wilders veya Sarkozy’nin hayal ettiği AB’yi istemiyoruz. Böyle bir Avrupa’nın bir parçası olmayacağız. Hollanda örneğinde, kendi değerleri ve temelleriyle ilişkilerini koparan AB’nin neye dönüşebileceğini gördüğümüzü unutmayalım. Rutte ve Wilders gibileri birbirleriyle mücadele edecekler, gerçek demokratlar ise AB’de yer bulamayacaklar… Bu ırkçı ve faşist partiler ve akımların Türkiye ile AB arasındaki ilişkileri koparmak istediğini görüyoruz.

JAROV: Türk halkı AB’ye girmek istiyor mu? Bu adımın ne anlama geldiğini anlıyor mu?

ÖMER ÇELİK: Aslında evet, Türk halkının bu adımın perspektifini ve anlamını çok iyi kavradığını görüyoruz. Yapılan anketlere göre çoğunluk AB’ye girmekten yana. Ancak “Türkiye’nin yakın zamanda AB’ye gireceğini düşünüyor musunuz?” sorusuna olumlu yanıt verenler azınlıkta. Türk halkı; prensipler, demokratik, siyasi ve vicdani değerler üzerine kurulan AB’ye girmek istiyor. Ancak Türk halkı, Hollanda örneğinde AB’nin prensiplerinden uzaklaştığını görünce elbette Türkiye’nin bu Birlik’e girmemesi gerektiğini belirtiyor.

JAROV: AB’de Türkiye’deki anayasa değişikliklerine ilişkin referandumdan korkuluyor. Neden?

ÖMER ÇELİK: Bu bir kara propaganda ve yeni değil. Başlangıçta üyelikle ilgili müzakere süreci başladığında AB, Türkiye’nin siyasi anlamda Birlik’in beklentilerine uygun hareket edeceğini düşünüyordu. Ancak Türkiye “Arap baharı”, İran yaptırımları gibi çeşitli konularda kendi politikasını izledi. O zaman Türkiye’nin ekseninin kaydığına, Batı’dan koptuğuna ilişkin kara propaganda başladı. Elbette liderimiz hakkında diktatör, sultan gibi ifadeler kullanılmaya başlandı. Ancak bu kıyaslamaların kaynağını biliyoruz, Avrupa’nın faşist partileri. Osmanlı İmparatorluğu hakkında da aynı şeyler söyleniyordu şimdi Türkiye Cumhuriyeti hakkında aynı şeyleri söylüyorlar.

AB, Polonya ve Macaristan gibi üyelerindeki otoriter rejimler ve anayasa değişikliklerinden bahsediyor. İspanya’da ve başka ülkelerde de böyle sorunların olduğunu belirtiyor. Ancak bu tür sorunlar ortaya çıkıyorsa masaya oturup çözmelisiniz. Avrupa Komisyonu Başkanı beğenmediği her politikayı otoriter şeklinde nitelendiriyor. Fakat gerçek otoriter rejimler konusunda AB sessiz kalıyor, Mısır’da olduğu gibi. O zamanlar tek kelime dahi etmediler.

Biz, bir ülkenin AB üyesi, adayı veya Birlik ile bağlantısız olması fark etmeksizin demokratik kuralların istisnasız her ülke için aynı olması gerektiğini söylüyoruz.

JAROV: Halk 16 Nisan’da “evet” derse nasıl bir Türkiye göreceğiz?

ÖMER ÇELİK: “Evet” çıkarsa Türkiye, güçlü bir karar alma mekanizması olan ve net biçimde güçler ayrılığına sahip bir ülke olacak. Hükûmet ve parlamento ayrı ayrı seçilecek ve kendi işleriyle meşgul olacak. Sosyal uzlaşmanın sağlanması için imkânlar iyileştirilecek. İktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisinden önce yüzde 10’luk barajı aşan 4-5 partinin koalisyon kurabileceğine pek kimse ihtimal vermiyordu. Çıkarlar farklı olduğundan siyasi kavgalar başlardı. Şimdiyse (değişikliklerin kabul edilmesi hâlinde) hükûmeti oluşturacak kişi, yani cumhurbaşkanı, bakanları atayabilmek için seçmenin en az yüzde 50’sinin desteğini almalı. İşte tam da bu noktada farklı sosyal tabakalar, partiler, farklı hayat tarzları, çıkarlar arasında tavizleşmeler olacak. Sosyal ve siyasi alanlar arasında daha sıkı iş birliği ortaya çıkacak.

JAROV: Ankara AB, Rusya ve Doğu ile ilişkilerinin birbirlerinin alternatifi olmadığını sürekli belirtiyor. Ancak mevcut durumdan hareket ederek sizce özellikle bir alternatiften mi bahsetmek lazım? Bir seçim yapma zamanı gelmedi mi?

ÖMER ÇELİK: Hayır. Türkiye, jeopolitik konumundan dolayı çevresindeki ülkelerle tarihten gelen ilişkilere sahiptir. Hem Avrupa ile hem de tarih boyunca güçlü ilişkilerimizin olduğu komşumuz Rusya ile sıkı iş birliğimiz devam ediyor. Söz konusu ilişkiler bugünlerde de çok sıkı. Normalleşme terimini kullanmak istemiyoruz. Normalleşme artık geçmişte kaldı. Şimdi artık birlikte geleceğe bakıyoruz. Bununla birlikte Rusya da Avrupa ile sıkı iş birliği yapıyor. Türkiye, farklı yönlerini birleştiriyor ve geleneksel olarak çok yönlü bir politika izliyor. Bu politika AB, Rusya, Karadeniz, Akdeniz, Orta Doğu ve Balkanlar’ı kapsıyor.

Avrupa’ya gittiğim zaman aynı soruyu fakat tersten soruyorlar: “Rusya ile çok yakınlaşıyorsunuz. Batı’dan mı kopuyorsunuz?” Ben de şöyle bir cevap veriyorum: “Türkiye’deki darbe girişiminden sonra Avrupalı liderlerden biri bile bizi aramadı. İlk arayan Sayın Putin oldu; demokrasinin, seçilmiş hükûmetin ve Cumhurbaşkanı’nın yanında olduğunu söyledi.” Tabii ki bunun için minnettarlık duyuyoruz. O arama, Türkiye’deki istikrara ve seçilmiş devlet kurumlarına saygı ve ilgi duyulduğunu gösterdi. Ben de şimdi onlara neden arayıp Türkiye’ye saygı duyduklarını ve Türkiye ile dayanışma içinde olduklarını belirtmediklerini soruyorum.

Yani bir tarafla olan ilişkiler, diğer tarafla ilişkilere zarar vermez. Türkiye ile Rusya arasındaki ilişkiler, Avrupa için bir tehdit değil, kolaylaştırıcı bir unsur. Avrupa ile ilişkilerimiz başka ülkeler için bir tehdit değil, uluslararası iletişimi kolaylaştıran bir unsur.

JAROV: Yani alternatiflerden bahsetmiyoruz, değil mi?

ÖMER ÇELİK: Türkiye’nin dış politikası, birine sırtını dönüp diğerine elini uzatmak şeklinde bir yaklaşımdan ibaret değildir. Alternatif aramıyoruz bilakis bütün ilişkilerimizin birbirlerini tamamladığını düşünüyoruz.

JAROV: Rusya ve Türkiye’nin ikili ve bölgesel ilişkilerini nasıl değerlendiriyorsunuz?

ÖMER ÇELİK: Rusya ile ilişkilerimizin artık entegre hâle geldiğini düşünüyorum. Tabii ki Suriye ve Kırım konusunda anlaşmazlıklarımız var. Ancak buna rağmen anlaşmazlıklarımızı parantez dışında bırakmayı, başarıya ulaşmayı ve ikili iş birliği kapsamında diğer alanlarda ilerleme kaydetmeyi başardık. İlişkilerimizi kapsamlı bir şekilde geliştirmeyi başardık. Ayrıca ülkelerimizin (Türkiye Silahlı Kuvvetleri tarafından 24 Kasım’da düşürülen Rus Su-24 uçağı) uçak olayı gibi kriz durumlarını hızlı bir şekilde çözebildiğini gördük. İlişkilerimizin bu tarihî temeli ve kapsamı, anlaşmazlıklarımızı parantez dışında bırakarak sorunlarımızı çözmek için bize fırsat veriyor. En büyük provokasyonlardan biriyse Türk-Rus ilişkilerine büyük katkıda bulunan Rusya’nın Ankara Büyükelçisi Sayın Andrey Karlov’un haince katledilmesi oldu. Bu provokasyon, ikili iş birliğimizin yanı sıra Suriye’nin Halep ve diğer bölgelerindeki insani iş birliğini sabote etmeye yönelikti. Ancak hem tarafımızca bu provokasyona karşı derhal gereken tedbirler alındı hem de Sayın Putin bunu Rusya ile Türkiye arasındaki ilişkilere yönelik bir sabotaj eylemi şeklinde niteleyerek bu yönde bir duruş sergiledi. Bu sebeple ilişkilerimizin normalleşme sürecinden önceki noktadan da daha ileri hâle gelmesini bekliyoruz. Artık geleceğe bakıyoruz.

JAROV: Sizce Türkiye Cumhurbaşkanı’nın Moskova ziyareti bölgede taşları yerinden mi oynattı? Ziyaret ilişkilere ivme kazandırdı mı?

ÖMER ÇELİK: Rusya Başbakanı Dmitriy Medvedev söz konusu ziyaret öncesinde uygulanan bazı kısıtlamaları kaldırdı. Bölgedeki taşlara gelince ikili ilişkilerimiz ve diğer ülkelerle iş birliğimiz belirli parametrelere dayalı biçimde gelişiyor. Genel olarak 2017 yılı bölgemiz, Suriye ve Irak’taki olaylarla ABD’nin bir dizi meselelere yaklaşımı ve Çin’in buna tepkisi bakımından çok ilginç ve dinamik olacak.

JAROV: 2017 yılından ne bekliyorsunuz?

ÖMER ÇELİK: Birçok şey olacak. Suriye meselesinin çözümüne ve bu ülkedeki insani trajediye ilişkin daha etkili adımların atılacağını ümit ediyorum. Astana’da siyasi çözüm bulunmasına yönelik toplantılar devam ediyor. Amerikan yönetimi, 2017 yılının sonuna doğru iktidara gelişinin birinci yılını tamamlayacak ve nasıl çalıştıklarını göreceğiz. Daha önce belirttiğim gibi en büyük üç AB ülkesinde seçimler yapılacak, seçimlerin sonuçlarını da göreceğiz. Düşünüyorum ki genel olarak bu yıl mevcut olan belirsizlik, bunu bir kaos olarak niteleyemem, ancak yine de bu kısmi belirsizlik ortadan kalkacak. Türkiye’ye gelince 16 Nisan’da düzenlenecek referandumdan “evet” çıkacağını, Türkiye’nin siyasi, sosyal ve ekonomik bakımından daha güçlü bir hâle geleceğini ümit ediyorum. 

Bu döküman ab.gov.tr sitesinde bulunan makaleden otomatik üretilmiştir