ENGLISH
  Güncelleme: 26/06/2016

Avrupa Birliği Bakanı ve Başmüzakereci Ömer Çelik’in Basın Toplantısı

Avrupa Birliği (AB) Bakanı ve Başmüzakereci Ömer Çelik, İngiltere'nin AB'den ayrılma kararıyla ilgili, "İngiltere’de ana akım siyasiler de aşırı sağın söylemlerine itibar ettiler. Özellikle Cameron aşırı sağın provakatif ve manipülatif Türkiye karşıtı kampanyalarına direnemedi. Kendisi de Türkiye karşıtı kampanya yaptı." dedi.

Bakanlıkta basın toplantısı düzenleyen AB Bakanı Ömer Çelik, gündeme ilişkin önemli değerlendirmelerde bulundu.

AB VE DÜNYANIN GELECEĞİYLE İLGİLİ ÖNEMLİ GELİŞMELERİN YAŞANACAĞI BİR DÖNEM

"Şu ya da bu yönde, pozitif ya da negatif yönde hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır, yepyeni tartışmalar olacak, yepyeni değerlendirmeler olacak, Avrupa’nın geleceği ve dünyanın geleceğiyle ilgili önemli gelişmelerin yaşanacağı bir dönemin başlangıcındayız.

Şimdi tabi teknik olarak bu süreç Lizbon Anlaşmasının 50. maddesine göre 2 yıl gibi bir tartışma sürecinin, bir müzakere sürecinin neticesinde sonlanacak. Bu 2 yıl içerisinde İngiltere’yle Avrupa Birliği arasında çeşitli değerlendirmeler yapılacak. Ama net olan bir şey var, bugün AB Başkanlarının da, pek çok yetkilinin de ifade ettiği gibi, bu sürecin bir an evvel netleşmesini istiyorlar, çünkü belirsizlik Avrupa Kıtası için de, Avrupa Birliği’nin geleceği için de olumlu bir sonuç doğurmayacak. 

Tabi İngiltere açısından biz bu süreci çok yakinen izledik. Birincisi, referandumun sonuçları gördüğünüz gibi hemen sonrasında İngiltere’nin iç siyaseti açısından etkilerini göstermeye başladı, Başbakan Cameron göreve devam etmeyeceğini açıkladı. 

Nitekim 2014 yılında biliyorsunuz İskoçya İngiltere’den ayrılmayla ilgili bir referandum yapmıştı, ama o referandumun neticesinde İngiltere’nin içinde kalma kararı verilmişti. Şimdi gelinen noktada İngiltere Avrupa Birliği’nden ayrıldı, ama yüzde 62’lik bir oranla İskoçya kalma yönünde oy kullandı, İskoçya’nın kalma yönünde oy kullanması ama İngiltere’nin ayrılması, dolayısıyla acaba 2014 referandumu gibi bir referandumun yeniden gündeme gelip, gelmeyeceği şeklinde değerlendirmeler var.

Nitekim biliyorsunuz İrlanda’yla Kuzey İrlanda arasında güvelik gücü bulunmuyordu, bu yeni dönemde AB mekanizmaları devre dışı kalacağı için bu nokta nasıl düzenlenecek?

Benzeri şekilde İspanya’yla İngiltere arasında Cebelitarık konusundaki anlaşmazlıkla ilgili nasıl bir değerlendirme yapılacak? Bunların hepsi İngiltere’nin önündeki sorunlar."

CAMERON AŞIRI SAĞIN PROVOKATİF VE MANİPÜLATİF TÜRKİYE KARŞITI KAMPANYALARINA DİRENEMEDİ

"Tabi en önemlisi, yeni ekonomik anlaşmalar mı yapacaklar? Birtakım değerlendirmelerden bahsediyorlar. Bu kapsamda, 3 tane modelden bahsediliyor biliyorsunuz. Türkiye gibi bir Gümrük Birliği modeli ya da Norveç gibi Avrupa para haritası içerisinde kalma şeklinde bir model ya da yeni ikili anlaşmalar yapılması şeklinde bir modelden bahsediliyor. 

Tabi İngiltere açısından enteresan olan şudur: Referandumun analizlerine bakıldığında yaşlı nüfusun daha çok ayrılma yönünde karar verdiği, genç nüfusunsa kalma yönünde irade beyan ettiği görülüyor. Bu tabi aslında Avrupa projesinin de İngiltere'de başarılı olduğunu, gençlerin İngiltere’nin geleceğini Avrupa içerisinde gördüklerini net bir biçimde gösteriyor. Dolayısıyla İngiltere’de Avrupa Birliği’nden ayrılma neticelense bile, Avrupa düzeni ve Avrupa Birliği gibi bir birlik düzeni, Avrupa Kıtası hakkında nasıl bir İngiltere’nin rol oynayacağıyla ilgili tartışmalar devam edecektir.

Burada tabi kaygı verici bir süreç yaşandı, bu kaygı sürecinde maalesef uzun zamandır dikkat çektiğimiz gibi, İngiltere’deki ana akım siyasilerde aşırı sağın söylemlerine fazla itibar ettiler. Özellikle Başbakan Cameron aşağı sağın manipülatif ve provokatif bir biçimde Türkiye’yi kampanyanın temeline koymasına direnmedi ve kendisi de Türkiye karşıtı kampanya yaptı.

Biz öteden beri şunu söylüyoruz: Aşırı akımlar karşısında eğer ana akımlar sağduyulu tepkiler veremezlerse, sağduyulu yaklaşımlar gösteremezlerse, bu, aşırı akımların kapsama alanı içerisine ana akımların girmesi anlamına gelir ve bu aynı zamanda, Avrupa projesinin demektir. 

Burada İslamofobya, antisemitizm, Türkiye karşıtlığı ve yabancı düşmanlığı, göçmen düşmanlığı kol kola gitti. Tabi bunu yapanlar aslında Avrupa’yı çok sevdikleri için ya da kendi ülkelerinde bir birlik arzuladıkları için bunu yapmadılar, bütün bunların sebebinde bir Eurofobya vardır, bir Avrupa karşıtlığı vardır. Ama dramatik olan şudur ve bundan sonra da bunun travmatik sonuçları görülecektir: Ana akım siyasilerin bu Eurofobik ve de içinde İslamofobya, antisemitizm ve Türkiye karşıtlığı barındıran bu yaklaşımlar karşısında direnememesi, aslında Avrupa değerlerinin korunması konusunda da bir kırılganlık yaratmıştır. Bir bakıma kendi zeminlerini, kendi ana siyasi varlık sebeplerini tahrip etmişlerdir."

TÜRKİYE BİR AVRUPA DEVLETİ VE BİR AVRUPA GÜCÜDÜR

"Türkiye bir Avrupa devleti ve bir Avrupa gücüdür, tarih boyunca bu böyle oldu, bundan sonra da böyle olacaktır. Yani, Avrupa Birliği üyesi olmamamız bu realiteyi değiştirmiyor. Balkanlar, Kafkaslar, Ortadoğu, Karadeniz, Akdeniz boyutlarımızın olmasının yanı sıra, tarih boyunca merkezi bir Avrupa gücü olduk ve merkezi bir Avrupa devleti olduk, bir Avrupa demokrasisiyiz. Dolayısıyla burada biz ne bir gidişatı seyretmek, ne de bu gidişat karşısında tepkisellikle yaklaşmak gibi bir ikilemin içerisinde değiliz. Özgüvenle düşündüğümüz şey şudur. Bizim bundan sorasında Avrupa’nın geleceğiyle ilgili, Avrupa düzeninin nasıl olacağıyla ilgili, bölgemizde barışın nasıl sağlanacağıyla ilgili söyleyecek sözlerimiz vardır.

Şimdi iki ana eksende Avrupa Birliği’yle ilgili tartışmalar yapılıyor. Bir tanesi, daha sıkı entegrasyon mu olsun, diğeri daha gevşek bir Avrupa’ya mı geçilsin? Yani merkezi Avrupa mekanizmaları güçlendirilsin mi bu tip İngiltere gibi birtakım örneklerin ortaya çıkmaması için ya da İngiltere’deki ve pek çok ülkedeki birtakım tepkisel siyasi akımların söylediği gibi Avrupa Birliği mekanizmalarının bir adım geri çekilmesi, bunun yerine ulusal mekanizmaların belli kararlarda daha çok öne çıkması gibi bir yaklaşımla çok vitesli, çok halkalı bir Avrupa’ya mı geçilsin gibi tartışmalar olacak. Tabi bunun siyasal ifadesi olarak, Avrupa Birleşik Devletleri gibi bir modelle mi devam edilecek, yoksa çeşitli devletlerin birleşik Avrupa’sı gibi bir modelle mi devam edilecek diye birtakım tartışmalar var."

AVRUPA BİRLİĞİ'NİN ANADOLU İLE BİRLEŞMESİ GEREKİYOR 

"Bizim burada temel yaklaşımımız şu: Avrupa’nın temsil ettiği, Avrupa Birliği’nin temsil ettiği değerler insanlığın ortak değerleridir, sadece Avrupa Kıtasına indirgenemez. Bunlar insanlığın büyük acıları içerisinde çeşitli tartışmaların neticesi olarak son derece vizyoner devlet adamlarının siyasi ve felsefi yaklaşımlarının neticesinde ortaya çıkmış siyasi değerlerdir. Ve bugün Avrupa’yı tarih içerisinde ve bugünün dünyasında en cazip kılan şey de bir değerler sistemi olmasıdır. 

Bizim önemsediğimiz şey, değerler Avrupa’sı temelinde bir birliktir. Değerler Avrupa’sının önemli olduğunu düşünüyoruz. Türkiye öteden beri hem jeopolitik olarak, hem coğrafi olarak, hem siyasi olarak, hem değerleri bakımından Avrupa’nın dışında bir ülke değildir, Avrupa’nın içindedir, merkezindedir. Dolayısıyla biz bir söz söylediğimiz zaman Türkiye olarak, bizim sözümüz Avrupa’ya dışarıdan söylenmiş bir söz değildir, biz Avrupa adına ve Avrupa’nın içinden konuşan bir ülkeyiz, tarihsel olarak bu müktesebata sahibiz, bugün ürettiğimiz kapasite bakımından da bu rolü oynayacak güce sahibiz. Dolayısıyla bundan sonrasında nasıl bir Avrupa olması gerektiğiyle ilgili söyleyeceklerimiz var. 

Avrupa’nın artık göçmen krizi sebebiyle içe kapanması ve kendi sınırlarını birtakım ülkelerin koruma refleksine bürünmesi demek, Avrupa değerler mimarisinin yok olması anlamına gelir. Avrupa’nın genişleme konusunda belli bir din ve belli bir coğrafi temele sıkışması demek, değerler Avrupa’sının yok olması anlamına da gelir. Dolayısıyla İngiltere’deki referandumdan çıkarılacak derslerin başında; bugün aşırı sağcıların, ırkçıların, insanlığa karşı nefret söylemi üretenlerin, hoşgörüsüz bir şekilde siyaset üretenlerin, çoğulculuğa karşı çıkanların, değerler Avrupa’sını temsil edenlerin Eurofobik bir üst başlığın altında antisemitik, İslamofobik siyasetler üretenlerin bu sevinç gösterileri karşısında tıpkı Avrupa'yı kuran vizyonun ortaya çıkardığı dönemde olduğu gibi, Avrupa'nın vizyoner devlet adamlarına, daha vizyoner yaklaşımları ihtiyacı vardır. Esasında Avrupa birkaç kere kuruldu. Birincisinde, Fransa-Almanya mutabakatıyla kuruldu ve bir merkezi Avrupa ortaya çıktı, daha sonrasında çeşitli şekillerde genişledi. İkinci kere kuruluşu aslında Balkanlar’a doğru genişlemesiyle oldu ki Türkiye olarak biz bunu olumlu değerlendirmiştik, halen de olumlu değerlendiriyoruz hem coğrafi olarak, hem siyasi olarak bu genişleme doğru bir genişlemedir diye. Bugün itibariyle tarihte olduğu gibi, tarihte Roma İmparatorluğu’nun küresel bir güce kavuşması, Roma’nın Kıta Avrupa’sıyla Anadolu’yu birleştirmesiyle mümkün olmuştu. Bugün açısından da Avrupa Birliği’nde temsil edilen evrensel değerlerin bütün bir küresel sıkıntılar karşısında doğru bir dış politika üretebilmesi, tek bir sesle bunu yönetebilmesi için Avrupa Birliği’nin Anadolu’yla birleşmesi gerekiyor. Türkiye’nin Avrupa Birliği’nin tam üyesi olması gerekiyor. Bu, Avrupa’nın doğru temelde ırkçılığa, yabancı düşmanlığına, İslamofobyaya, antisemitizme ve dünyanın diğer küresel meydan okumalarına karşı güçlü bir birlik olabilmesinin yegâne yoludur.

Esasında Avrupa’yı meydana getiren değerler doğru değerlerdir. Fakat bunların siyasete evrilme biçimi ve bunların mekanizmalara dönüştürülme biçiminde son yıllarda ciddi daralmalar ortaya çıkmıştır ve bu Avrupa’yı Avrupa yapan değerlere de zarar vermiştir. Netice itibarıyla bugün göçmen karşıtlığı üzerinden aşırı sağın ürettiği siyasete güçlü bir tepki, güçlü bir cevap veremeyen ana akım siyasiler, aslında Avrupa’nın kazanımlarını yok edecek bir süreci başlatmış oldular. Avrupa’yı içe kapatarak Avrupa’nın temel siyasi yönelimlerini bu aşırı sağ akımlara terk etmiş oldular. Bir bakıma da aydınlanmanın, hümanizmanın ve Avrupa’yı Avrupa yapan değerlerin kazanımlarını tehlikeye atan bir yol izlemiş oldular."

BUGÜN AVRUPA'NIN YENİ BİR TAZELİĞE VE YENİ BİR AŞIYA İHTİYACI VAR

"Net bir durum var, o net durum da şu: Büyük meydan okumalarla karşı karşıyayız. Göçmen krizi, arkasından DAEŞ ve benzeri terör örgütleriyle mücadele, yine DAEŞ ve benzeri terör örgütleriyle aynı insanlık düşmanı tutumu paylaşan Avrupa’daki aşırı sağ akımlarla mücadele; bunların hepsinin tek bir dosya olarak ele alınması lazım. Bütün bunlara baktığımızda Türkiye kilit bir ülkedir. Bundan sonrasında Türkiye Avrupa’nın dışında mı kalır, Türkiye yeni Avrupa kurulursa bunun neresinde yer alır gibi tartışmalarda temel olan şudur: Türkiye için yeni imkânlar ortaya çıkar her halükarda. Bu ister bir merkezi Avrupa entegrasyonunun güçlendirilmesi olsun, ister çok halkalı ve çok vitesli bir Avrupa’ya geçilsin.

İster Avrupa Birliği birleşik devletleri çerçevesinin güncellenmesi olsun, isterse de devletlerin birleşik Avrupa’sı gibi bir modele gidilsin. Bizim bu konuda söyleyeceğimiz; Avrupa’nın temel değerlerinin, felsefi mimarisinin korunması bakımından söyleyeceğimiz önemli sözler olacaktır. Dolayısıyla biz burada bu gelişmelerin dışında değiliz. Bir Avrupa gücü olarak, bir Avrupa devleti olarak ve bir Avrupa demokrasisi olarak bu süreci takip etmeye devam edeceğiz. Nasıl ki bölgemizde DAEŞ gibi terör örgütleriyle mücadele konusunda sorumluluk hissediyorsak, bölgenin, kıtanın ve dünyanın geleceği bakımından da aşırı sağla, yabancı düşmanlığıyla, antisemitizmle, İslamofobyayla ve bunların merkezine yerleştirilen Türkiye karşıtlığıyla da mücadele etmeyi bu bağlamda sürdüreceğiz. 

Ama esas olan şudur: Yeni bir dünyanın içerisinde bugün itibarıyla tartışmaların yürümesi gereken şey, değerler Avrupa’sını koruyacak siyasi tutumların nasıl üretileceği ve siyasi mekanizmaların nasıl oluşturulacağıdır. Eğer bu çerçevede bir vizyon ortaya konulmazsa, Avrupa’yı kuran devlet adamlarının vizyonuna uygun bir vizyon ortaya çıkarılmazsa, burada büyük bir riskle karşı karşıya kalırlar. Bunun kilit noktası da şudur: Göçmen krizi karşısında çeşitli ülkeler sınırlarını kapatan ve içe kapanmacı bir refleks üretiyorlar. Ama şunu bilmelidirler: Eğer göçmen krizi karşısında, yani insanlığın bu ortak sorunu karşısında her devlet ben kendimi kurtarayım anlayışıyla hareket ederse, bir müddet sonra o sınırlarını kapatanlar bu sefer kendi içlerinde ırkçıların, coğrafi, etnik ya da başka temellerde başka kimlik kavgaları çıkardıklarını ve o ülkelerin içinde de birtakım ayrılıkçı anlayışları tetiklemeye başlayacaklarını göreceklerdir. Şu andan itibaren bakın en çok korkulan şey nedir? İngiltere referandumunun bir domino etkisi oluşturması. Çünkü domino etkisi oluşturursa birtakım ülkeler için bu ayrılık refleksi tetiklenmeye başlandığı gibi, aslında her bir ülkenin içerisinde maalesef 2. Dünya Savaşı öncesinde, çok daha geriye gidersek Otuz Yıl Savaşları zamanında gördüğümüz türden, bu değerlerin ortadan kalkmasıyla birtakım ırkçı ayrışmalar ve iç savaşları tetikleyebilecek son derece tehlikeli süreçler ortaya çıkabilecektir. Dolayısıyla değerler Avrupa’sının korunması, sadece Avrupa kıtası, Avrupa’nın merkez kıtası, kara kıtası içerisinde kalanların değil herkesin sorumluluğudur. Burada Türkiye ne olursa olsun, süreç ne yönde ilerlerse ilerlesin bir Avrupa gücü ve bir Avrupa demokrasisi olarak hiçbir zaman bir kanat ülkesi olmayacaktır, her zaman bir merkez ülkesi olacaktır. Son göçmen krizinde gördüğümüz gibi Avrupa Birliği’nin karşı karşıya olduğu en büyük meydan okumalardan bir tanesini, en büyük krizlerden bir tanesini Türkiye Avrupa Birliği’yle birlikte ortak akıl üreterek son derece verimli bir şekilde yönetmiştir. Büyük krizler, büyük meydan okumalar karşısında Türkiye’nin potansiyeli ve kapasitesi barışı arttıran, refahı arttıran ve daha etkili bir dış politika, insani temelde daha etkili bir dış politika oluşturulmasının temelini sağlayacaktır. Bugün Avrupa’nın yeni bir tazeliğe ihtiyacı var, yeni bir aşıya ihtiyacı var. Aynı şekilde siyasi değerlerin yeniden güncellenmesine, mekanizmanın yeniden güncellemesine ihtiyacı var. Bu bakımdan genişleme kavramının yeniden ele alınmasına ihtiyacı var, daha büyük bir vizyon üretilmesi gerekiyor. Bu konuda da bizim içinde bulunduğumuz Avrupa kıtası ve bir parçası olduğumuz Avrupa demokrasisi adına söyleyecek önemli sözlerimiz vardır. Bundan sonra da süreci bu şekilde takip edeceğiz. 

Kuşkusuz İngiltere’nin ayrılması iyi olmamıştır hem kıta için, hem dünya için. Ama netice itibarıyla İngiliz halkının iradesine saygı duyuyoruz ve bu nihayetinde İngilizlerin sorumluluğunda olan bir süreçtir, bu şekilde yönetilecektir. Bundan sonrasında da gelişmeleri takip edeceğiz. Ülkemiz için, bölge için, Avrupa için ve dünya için en iyisini yapmaya gayret edeceğiz."

AVRUPA BİRLİĞİ DEĞİŞMEK VE EVRİLMEK ZORUNDA 

"İngiltere’nin ayrılmasıyla birlikte geriye kalan 27 üye ülke şimdiye kadarki gibi bir düzen sürdürecekler diye bir şey olmayacak, yepyeni bir Avrupa var artık, başka bir şeye dönüşecek ve bu tartışmaları güçlü bir şekilde yapacaklar. İşte Cumartesi günü Berlin’de kurucu ülkelerin dışişleri bakanları toplanacak, Salı günü de Avrupa Parlamentosu Başkanlarını toplantıya çağırdılar. İşte Merkez Bankaları açıklama yapıyor bu süreci nasıl yönetecekleriyle ilgili. Birden çok ekseni olan ve katmanlı bir süreç. Dolayısıyla aslında İngiltere’de şöyle bir vizyonsuzluk ortaya konuldu: İngiltere’yi Avrupa içerisinde ayrıcalıklı bir ülke konumuna getirmek için birtakım anlaşmalar yaptılar, ama bu süreçte bu aşırı sağın reflekslerine direnemedikleri için o süreç onları bambaşka bir yere savurdu. İngiltere, bu son referandum sürecindeki söylemleri hariç tutulursa tabi ki Türkiye'ye destek oldu, başka ülkelerin de desteği var. Ama İngiltere’nin ayrılması Türkiye’nin İngiltere ayrıldıktan sonra kalan 27 ülkeyle aynı şartlarda baş başa kalacağını göstermiyor, çünkü Avrupa Birliği değişmek zorunda ve evrilmek zorunda ve netice olarak görüldü ki, burada aşırı sağa karşı nasıl bir tutum alınacağı, Avrupa genişlemesinin yeniden nasıl ele alınacağı, değerler Avrupa’sının yeniden nasıl kurgulanacağı, bunun merkezi bir Avrupa mı, çok mütesellim bir Avrupa mı olacağı gibi konular yepyeni bir birlik sistemini ortaya çıkaracaktır ve bütün bunların merkezinde de aslında Türkiye’yle ilgili verilecek kararlar vardır. Dolayısıyla tazeleyici bir aşı yapılmadan adalet, eşitlik temelinde, insan hakları temelinde Avrupa halklarının yönetimlere daha çok katıldığı temelde bir düzenleme yapılmadan Birlik bu halde kendini sürdürmeye çalışırsa bunu sürdüremeyecektir. Birliğin bu halde kendini sürdüremeyeceği de zaten Avrupalı yetkililer tarafından da ilan edilmektedir. Dolayısıyla, biz Türkiye olarak eski reflekslerle karşı karşıya kalmayacağız. Ama net bir tablo vardır teorik olarak Avrupa Birliği üyesi değiliz, ama pratikte bir Avrupa gücü ve Avrupa demokrasisiyiz. Teori eğer realiteyle çatışırsa gördüğünüz gibi o teori darmadağın oluyor işe yaramaz hale geliyor. Bundan sonrasında realiteye daha uygun bir Birlik sisteminin ortaya çıkmasını bekliyoruz. Ama dediğim gibi her halükarda gelişmeler şu yönde ilerlese de, bu yönde ilerse de her ikisi için de senaryolarımız var, her ikisi için de hazırlıklarımız var. Türkiye için yeni imkanlar, yeni fırsatlar ortaya çıkacaktır. Bundan sonra gelişmeler ne yönde ilerlerse ilerlesin Türkiye için her şey daha iyi olacaktır."

EĞER AVRUPA DEĞERLERİNİ KORUYACAKSANIZ TÜRKİYE KARŞITLIĞINI BİR KENARA BIRAKACAKSINIZ

"Sayın Cumhurbaşkanımız bütün siyasi hayatı boyunca halkın iradesine dayanmıştır ve halkın iradesinin yönlendiriciliğine inanmıştır. Şimdi onun bir öncesindeki açıklamaya dikkat ederseniz Türkiye’nin birtakım zorlama karşısında kendi tezini ortaya koymasına karşılık (AB Komisyonu Başkanı Jean-Claude) Juncker bir açıklama yaptı "Sayın Erdoğan bunun cevabını Türk halkına verir vize serbestisi olmazsa" diye. Sayın Cumhurbaşkanımızın cevabı da ben zaten halka dayanıyorum, zaten halkın iradesine inanıyorum, halk ne derse o olur manasında bütün bu vizyonsuz açıklamaları bir kenara itebilecek Türkiye’nin temel pozisyonunu devlet başkanı olarak kendisinin temel pozisyonunu gösteren bir açıklamadır.

Dikkat edin son 1- 2 ay içerisinde bence İngiltere’nin referandumundan daha büyük bir kriz olan göçmen krizi karşısında nasıl çözüm üretileceğiyle ilgili Avrupa’nın şu anki liderlerinden Juncker başta olmak üzere, iki tane cümle kurulmuşsa geriye kalan 10 cümlenin 8’i Türkiye karşıtlığı ve Sayın Cumhurbaşkanımızla polemik düzeyinde kurulmuştur. Şimdi bu büyük bir vizyonsuzluktur ve Avrupa halklarının bunun hesabını sorması gerekir. Yani Türkiye bu göçmen krizi karşısında Avrupa’nın ve bizim ortak bir iradeyle ve ortak bir akılla ortaya koyduğumuz bu çözüm paketi karşısında herkesin olumlu yaklaşması gerekirken ve bundan sonra yeni istikrarsızlıklara karşı ya da Kuzey Afrika’da oluşabilecek bazı istikrarsızlıklara karşı ortak çalışma mekanizmalarını daha da güçlendirmeleri gerekirken, Türkiye’ye teşekkür etmeleri gerekirken Türkiye karşıtlığına pas atan, Türkiye karşıtlığına prim veren ayrıca Avrupa’daki aşırı sağın ana akımları daha çok kuşatmasına yol açan birtakım açıklamalar yapmaları maalesef Avrupa’nın ihtiyacı olan, dünyanın ihtiyacı olan ve bölgenin ihtiyacı olan açıklamalar ve siyasetler değildir. Dolayısıyla, bugün Avrupa halklarının önünde siyasetçilerin bu sorunları çözememesi karşısında oluşan bir tepkisellik vardır. Siyasetçiler göçmen krizi karşısında vizyoner yaklaşımlar ortaya koyamadığı zaman, gelgitler yaşadığı zaman, ekonomik kriz karşısında gelgitler yaşadığı zaman, aşırı sağla mücadele konusunda, terörizmle mücadele konusunda gelgitler yaşadığı zaman bu halkların içe kapanmasına ve daha içe dönük milliyetçi tepkiler vermesine, içe kapanmacı milliyetçi tepkiler vermesine yol açıyor. Bu değerler Avrupa’sını kuran reflekslerin ortadan kalkması demektir. Dolayısıyla, şunu görmemiz lazım: Erdoğan karşıtlığı yapanlar aslında çok iyi biliyorlar ki bu liderlerle Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne yaklaştığı en tarihsel adımlar, en devrimci adımlar, en büyük reformlar Sayın Cumhurbaşkanımızın liderliğinde, özellikle Başbakanlığı döneminde atılmıştır ve şimdi de Cumhurbaşkanı olarak bunları himaye etmektedir. Buna rağmen bu karşıtlığı üretmeleri, aslında Türkiye karşıtlığına savrulmaları, İslamofobik tezlerin etkisine direnememelerindendir. Onun arkasında onunla kol kola yürüyen antisemitik dalganın yükselişini görememeleridir, onun arkasındaki yabancı düşmanlığına, yabancı düşmanı siyasi akımları idare etmeye çalışmalarıdır, onun arkasında da Avrupa düşmanı Eurofobik kesimleri maalesef bunlara cevap verecek şekilde karşılarına almaktan çekinmeleridir. Ama şu nettir: Eğer Avrupa değerlerini koruyacaksanız Avrupa Birliği'nin bir siyasi değerler haritası olarak ve bir siyasi değerler birliği olarak yoluna devam etmesini istiyorsanız Türkiye karşıtlığını bir kenara bırakacaksınız. Avrupa Birliği’ni tehdit eden bu büyük meydan okumalar karşısında Türkiye’yle daha çok nasıl işbirliği yapacağınızı değerlendireceksiniz. Türkiye’de şu anda Devlet Başkanlığından Hükümete kadar, Başbakanımızdan Hükümete ve diğer kadrolara kadar halkın iradesine inanan, halkın sesine kulak veren ve halkın sözünü dinleyen bir siyasi irade vardır, tabi ki çalışmalarımız o şekilde devam edecektir."


Diğer Haberler

Image
 
Image
 
Image
 
Image
 
Image
 

Güncelleme: 26/06/2016 / Hit: 6,956

Copyrights © 2023 Republic of Türkiye Ministry of Foreign Affairs
Directorate for EU Affairs
Copyrights © 2023 - Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı
Avrupa Birliği Başkanlığı